Ali Babacan, henüz AK Parti’de siyaset yaptığı dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devirebilmek için Kılıçdaroğlu ve Akşener ile birlikte hareket ettiğini itiraf etti. Üstelik kuruluşundan itibaren içinde yer aldığı partisine ve neredeyse tüm siyasi hayatı boyunca bakanlık koltuğunda oturmasını sağlayan liderine karşı giriştiği bu komployu anlatırken en küçük bir “utanma belirtisi” görülmedi yüzünde.

Babacan’ı siyaset sahnesine taşıyan şey, Ankara bürokrasisinde yükselmek isteyenlerin ilk basamağı olan okuduğu kolej, ODTÜ’den aldığı şatafatlı diploma ya da ABD’li holdinglere danışmanlık yapmasının önünü açan Fulbright bursu değildi. O, Türkiye’de üniversitede başörtüsü taktığı için eğitimi engellenen ve bu yasağa karşı ilk direnişi gösteren Hatice Babacan’ın yeğeniydi.

Sadece MSP çizgisinin değil, darbelerde bedel ödemiş Demokrat Parti’nin de “mirasçısı” olan Ak Parti’de siyaset yapmak için bundan daha iyi kartvizit olabilir miydi? O da bu kartviziti artık Batılı başkentlerde tıpkı refiki Davutoğlu gibi “çak” yapılıp icazet aldığı döneme, yani son damlasına kadar kullandı.

Bugünlerde Erdoğan düşmanlığında buluştuğu CHP’li Aykut Erdoğdu kendisi için bir zamanlar şöyle teşhiste bulunmuş: “Yüz değil ayakkabı köselesi”

Gerçi Türk siyasetinde bu kösele suratlardan oldukça fazla var. Mesela Erdoğdu, CHP’li belediyeleri haraca bağladığı ortaya çıkmasına rağmen bundan hicap duymadı. Ona göre bunu “kutsal bir görev” için yapıyordu. Daha sonra bu görevin PKK’ya verdikleri destekten dolayı üniversitelerden kovulan kişileri, CHP’li belediyelerden maaşa bağlamak olduğunu da pişkinlikle itiraf etti.

Darbecilerin “tanklarını selamlayıp”, sabaha kadar telefon başında verilecek görevi bekleyen bir liderin partisinde Erdoğdu’nun yaptıkları kabahat bile sayılmaz zaten. Dünyanın herhangi bir ülkesinde, kendisine karşı tankla, savaş uçağıyla darbe yapılan bir cumhurbaşkanına “sen niye benim gibi tankların arasından geçmedin” diye soran kişi bırakın parti başkanı olmayı, bir daha siyaset yapamaz. Çünkü bu pişkinlik şayet “kösele”yle izah edilemez ise kişinin “zekasıyla ilgili” bir sorun olduğu düşünülürdü.

İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu, ülkücü geçmişiyle biliniyor. Ara sıra içinde bulunduğu ittifakın yara alması pahasına çıkışlar da yapabiliyor. En son, soykırım iddialarını dillendiren HDP’ye yüklenip, PKK’ya “alçak” deyince, HDP’li Ali Kenanoğlu’ndan “Yavuz it havlamış yine” gibi edepsiz bir karşılık aldı. Fakat bu sözler havada asılı kalmadığı gibi, Kenanoğlu tepkiler üzerine “İsteyen herkes üzerine alınsın” diyerek çirkefliği bir üst noktaya taşıdı. Ağır abimiz ne mi yaptı? Aman ittifak yara almasın. Kösele parlatmaya devam.

***

Lakin İslam dünyasında ikiyüzlülük, pişkinlik ve kösele gibi suratlara sahip olma konusunda ellerine kimselerin su dökemeyeceği kişiler şüphesiz İranlı yöneticiler ve ülkemizdeki uzantılarıdır. Bir milyona yakın Suriyeliyi katledip, gözlerimizin içine baka baka Filistin davası ve Mescid-i Aksadan bahsedebilmek için insanın beton kadar ruhsuz, sırtlan kadar acımasız olması gerekir.

1948’den bu yana işgal altında olan Kudüs’ü ne Filistin davasını istismar eden örgütlerin ne de Arap dünyasındaki işbirlikçi yönetimlerin kurtarabilmesi mümkün değil. Mübarek Kadir Gecesi’nde yapılan saldırıyı dahi kınamaktan çekinen topluluğa “Arap Birliği” deniliyor. Tüm bu çaresizliğin içinde bir tek Türkiye’den “güçlü bir sada” yükseldi.

Zaten tüm kösele suratlar ve ağabeyleri de o sesi boğmaya çalışıyor.