Hem sahibe - İsrail- hem de “süper köle”ye - ABD- söylenecekler o denli çoğaldık ki, öfkelenen yüreklerde…

Bugüne kadar anlamadıklarını, anlamak istemediklerini bugün anlayacaklarını hiç zannetmesem de, kendi insanlığımızın durduğu yeri teyit etmek adına yazmaya, anlatmaya devam etmek zorundayım; “Keşke eskiden olduğu gibi zalime anladığı dilden konuşma imkânımız olabilseydi” demekten de kendimi alamadan...

Zalime zalimliğini anlatmanın ne denli zor olduğunu izah etmeye gerek yok sanırım; gücün kör ve sağır ettiği gözler ve kulaklarından ziyade vicdan yüzünden…

Bizde zalime değil, kazandığı düşmana seslenmek ve umudunu taze tutmak zorundayız…  

Zalimler, çektirdikleri zulmü göremedikleri gibi, kazandıkları düşmanlığı da göremezler…

Bir filozofun binlerce yılı aşıp gelen, “Bir insanın ne kadar kölesi varsa o kadar da düşmanı vardır” sözü, tarihin en büyük zalimlerinden birine söylenmişti; kendi yaktığı düşmanlık ateşinde yanacağını bilmeyen…

Kendi tarihimize bakıp insanlığımızı hatırlama/hatırlatma, Batı’nın ve Siyonistlerin tarihlerine bakıp barbarlıklarını ve zulümlerini hatırlatma çabam, hem hakkı teslim etme hem de vicdani sorumluluğu yerine getirmektir…

Artık neredeyse “toprağın sahibine” koparılacak bir karış toprak bırakmamış Siyonistlerin asıl düşmanlarını ve bugün düşman bellediklerinin de gerçekte kimler olduğunu ifade etmek, hiçbir vicdanın reddedemeyeceği hakikattir…

Özellikle 15. yüzyıldan sonra Avrupa’da din adına yapılan zulümlerle Yahudilerin yaşadıklarının tarihi neredeyse birebir örtüşür…

Bu, aslında Yahudilerin en büyük hatta yegâne zulmü Batılılardan gördüğü anlamına gelir…

Batılı büyük devletlerin adeta “siyasi bağlanma ile dini sadakat”i özdeşleştirdiği dönemin en büyük mağduru Yahudilerdir…

Katoliklik ile duygusal ilişki geliştiren İspanyol Krallığının zulmüne uğrayanlar Yahudiler değil miydi?

Onlara kucak açanların kim olduğunu ise bilmeyen yok sanırım…

Sadece sürgünle kalmayıp en büyük katliamlarıyla kendi inançlarını, ırklarını “zındık” olarak gördükleri Yahudilere karşı koruduklarını iddia eden Rusların, Fransızların hele de Almaların yaptıklarını anlatmaya gerek bile yok sanırım; o kadar ki hafızalara çakılıdırlar…

Rus dükü III. Basil’in yaptıklarını, İspanyol engizisyonundan ayırmayanlar, insaflı Batılı tarihçilerdir…

Oysa “Dinde zorlama yoktur” Kutsal Yasasının emrettiği üzere hükmeden Osmanlıların, farklı din mensuplarına ne denli hoş gürü ile yaklaştığını ifade edenler de yine insaflı Batılı tarihçilerdir…

Bunları teyit eden binlerce arşiv kaydını da kendi belgelerimiz haykırıyor…

Özellikle Gayr-ı Müslim nüfusun yoğun olduğu balkanlardaki uygulamalarıyla nasıl bir yönetim modeli uyguladığını TÜBİTAK destekli bir araştırma çok net olarak gösteriyor…

Eğer bir iyilik, üzerine konularak geriye iade edilemiyorsa ortada tam bir nankörlük vardır; iyiliği yapanın karşılık beklemesinden bağımsız olarak…

Yahudilerin bugün ve geçmişte yaşanan zulümlere karşı olanlarını ayırarak söylemeliyim ki, bu Siyonist nankörlüğünü en iyi Hz. Musa bilir…

Ve hiçbir nankörlük İlahi Adaletten kaçamamıştır…

“İsrail daha iyi zulüm yapsın” diye ona “ süper köle” olmuş ve bunun için de gücünü fakir ülkeleri köleleştirmeye adamış ABD, şunu iyi bil: Ne kadar çok düşmanın olduğunu tökezlediğinde göreceksin/göreceksiniz!