Mazlum ve masum milletler için yakın tarih acılar ve gözyaşları ile doludur. Bugün dünya siyasetinde arz-ı endam eden Rusya, Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya gibi devletler dünyanın verimli coğrafyalarını denetimleri altına almak için geçmişte de her tarafı kan gölüne çevirdiler; mazlum milletleri katlettiler veya vatanlarından sürdüler.

Bu ana kadar milyonlarca insan bu sözde medeni devletler tarafından vahşice katledildi. Vahşet kelimesinin bile çok hafif ve masum kaldığı bu canavarlıklardan biri olan Çerkes soykırımı ve sürgününün 157. yılındayız.

Timur’un Altınordu devletini mağlup etmesiyle 15. asrın sonlarında Moskova Knezliği, Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı, Astrahan Hanlığı, Nogay Hanlığı ve Sibir Hanlığı kuruldu. Yeni kurulan bu devletlerden olan Moskova Knezliği, 16. asrın yarılarına doğru bu hanlıkları teker teker ortadan kaldırarak sınırlarını Kafkasya ve Ortaasya’nın kuzeyine kadar genişletti. Kırım hanlığı ise Fatih zamanında Osmanlı devletinin hâkimiyetine girerek bunun dışında kaldı.

Ruslar, 18. asın başlarında, bölgenin kadim yerlilerinden Çerkeslerin ana vatanı olan Kafkasya’ya dayandılar. Çerkesler, mertlikleri, cengâverlikleri ve geleneklerine bağlılıkları ile bilinmekteydiler. Bölgenin yerli ahalisi olan Gürcülerin aksine diğer topluluklar gibi İslamiyeti benimsediler. Rusların işgal ve iskân siyaseti, Karadeniz’e inmek, Kırım’dan Hazar denizine kadar Müslüman ahaliyi katlederek veya göçe tabi tutarak yerlerine Rusya içlerinden veya etraf coğrafyadan getirilecek olan Hristiyan unsurları yerleştirmekti.

1770 yılında girdiği Kırım’da işgal ve ilhakla bu planı uygulamaya koyan Ruslar, 19. asrın başlarından itibaren Çerkesya ve Kafkasya’yı tümden işgale yöneldiler. İmam Mansur ile başlayan ve Şeyh Şamil ile devam eden mücadeleler zincirinde Kafkasya, tedricen Rus denetimine girmeye başladı. İmam Mansur’un 1859 yılında teslimi, bölgede yaşayan milletler için sonun başlangıcı oldu. Bu tarihten itibaren Kafkasya’dan Osmanlı devletine göçler hızlandı. Fakat Kuzey batı Kafkasya’nın kadim ahalisi olan Çerkesler Rus işgaline direnmeye devam ettiler. Herhangi bir yerden yardım da alamayan Çerkesler, modern Rus silahları karşısında büyük zayiatlar vermeye başladılar.

Ruslar, girdikleri Çerkes köyleri ve kasabalarında kadın, çocuk ve yaşlı ayırımı yapmadan tümden ahaliyi katlediyordu. Bir taraftan açlık, soğuk ve salgın hastalıklar, diğer taraftan da Rusların ölüm kusan silahları altında ahalinin yaşadıkları son derece korkunçtu. Bu dönemde köylere ve kasabalara yönelik Rus saldırılarını yerinde gören bazı batılıların daha sonra kalem aldıkları notları, şimdiye kadar tarihin bu denli bir katliama ve vahşiliklere şahit olmadığı yönündeydi. Toplu olarak yakılan, canlı olarak gömülen, uzuvları kesilerek ölüme terkedilen insanlar, ölmüş olan annelerine sığınmaya çalışan bebeklerin çığlıkları gibi manzaralar yürekleri parçalıyordu. Bu manzaraları görenler veya duyanlar insanlığından utanıyordu. Her şey çok korkunçtu.

21 Mayıs 1864 tarihi aslında sadece kanlı günlerden biridir ve bugün Çerkes soykırımının sembolü olarak tarihte yer almıştır. Katliamlar bu aylar ve yıllardan sonra da, devam etti. Mücadeleyi kazanan Ruslar, Çerkesleri toplu olarak Osmanlı devletine sürgüne tabi tuttu. Gemilere tıka basa doldurularak Rumeli, İstanbul ve Karadeniz limanlarına gönderilen Çerkesler yollarda da salgın hastalık, açlık ve bitkinlikten çok kayıplar verdiler. Bugün Türkiye ve etraf coğrafyada milyonlarca Çerkes ana vatanlarından uzaklarda yaşamaktadırlar.

Çerkes sürgünü ve soykırımı, Rusların Kafkasya’dan Ortaasya’ya kadar hayata geçirdiği vahşilikler zincirinden sadece bir tanesidir. Tüm mazlumları rahmetle anıyoruz.