“BATIL şeyleri iyice tasvir, safi zihinleri idlâldir.” der, Risale-i Nur Küllliyatı’nın müellifi Said Nursi. Bu düsturdan hareketle haktan ve haklıdan söz etmeye geçmeden bu ifadeyi bir parça açmakta fayda görüyorum.

Öncelikle “idlâl” kelimesine odaklanmak gerekiyor ki, Osmanlıca ve Arapça iki tanım karşımıza çıkıyor. Osmanlıcada “İdlâl” kelimesi, “Hak dinden, iman ve İslamiyet’ten saptırmak. Doğrudan, Hak ve hakikat caddesinden ayrılmak.” Anlamlarında karşılık bulurken, Arapçada “Naz etme, çok nazlanma.” olarak izah buluyor.

Said Nursi “İdlal” kelimesini Hakk ve hakkaniyetten sapmak olarak esas alıyor. Bu ibarede yer alan “Safi zihinler” ifadesinden ise derin meselelere girmeye kabiliyeti olmayan, yüzeysel ve zahir ile hükmederek mevzuyu yahut vuku bulan olayı derinlemesine etüt etmeden yargıya varan kimseler işaret ediliyor.

Batı/lın enine boyuna tarif ve tasviri işte böylesine; mana ve mazmun kaygısı taşımak için yeterli birikime henüz haiz olmayan, tarihi gerçekleri yaşayarak tecrübe edememiş (çocuklar), ilim ehli olmayıp fikretmek yerine kendisi için fikredilmişi tercih eden (ezberciler), zamanın dilini yakalamaktan vazgeçmiş, evlatlarına yahut dostlarının yönlendirmesiyle tercih belirleyen (yaşlılar), fanatik eğilimlere sahip futbol takımı tutar gibi siyasi sınıflara dahil olanlar (holiganlar) için söz ettiğimiz her “kötü/lük” neredeyse bir tür reklam vasıtası haline geliyor.

Batılı izah ettikçe, “safi zihinler” farkındalıktan uzak, marazi bir alışkanlık ve savunma psikolojisi ile taraftarca bir tutum zaafına düşerek “Hak” olanı ötelemekte beis görmüyor.

Batıl olanı abes bulmadığı gibi kendi içinde bulunduğu duruma yani batıla olan yakınlığına, yapılan tasvirleri kişileştirerek şahsına yapılan bir saldırı olarak kabul ediyor ve anlamak, araştırmak yerine hakikati inkârı seçiyor.

Yetmiyor, saldırganlaşıyor!

Bunu yapmasa kendini inkâr etmesi gerekecek ki; bu insanoğlunun nefsine yapmakta zorlandığı büyük bir haslet olmakla birlikte, ilim ve irfani bir tedrisatı yoksa hayli zor, hayli erdem gerektiren bir iz sürüş olacaktır.

Çünkü bu yeniden başlamak demektir. Tüm kulaktan dolma bilgileri iptal edip, özenle ve gayretle “hakikate” talip olmayı gerektirir.

Başkalarının eylediğinden, söylediğinden arta kalmış bir posaya talip olmaktan vazgeçmek, rahatını bozmak olacağından nefsinin iştahından, aklının kışkırtmalarından arınmak, yeniden yapılanmak anlamına gelir ki, bu inşa için azami şekilde “varlık gayesine” harç taşımanın yorgunluğunu kabullenmeyi gerektirir.

Böylesi bir zahmete girmeye üşenen, “sürü psikolojisi” ile kendisine biçilmiş rolü üstlenenler batıl ile iştigalinden şüphe dahi duymuyor!

Duysa; şüphe onu sorulara, sorular cevaplara, cevaplar farkındalığa ve dahi hakikate ulaştıracak. Direkt reddetmek ve inkâr ile böylesi düşünmekten mahrum “safi zihinler” için elbette en kolayı olacaktır.

(Devam edecek inşallah…)