Uydurma doğruların değil, içinde adalet barındıran doğrularla disiplinize olabiliyorsak, birbirine güvenen bir toplumda yaşıyoruz demektir… Sevgi içinde, el ele, birbirinin ihtiyacına çözüm bulan, maddi ve manevi her karede birlikte olan, güçlü bir toplum…

 İnsana nefes aldıran da güvendir.

Victor Hugo şöyle der: “İyi olmak kolaydır. Zor olan adil olmaktır. En mükemmel adalet ise, vicdandır.”

Adalet zayıfladığında, ahlak da zayıflar. Ahlak bozulduğunda, insan da bozulur. İnsanda çürüme başladığında da yeryüzü yaşanmaz bir hale gelir.

Evet, adalet öyle köklü bir duygudur ki ne kadar yıpranırsa yıpransın varlığını her daim korur. Çünkü dünya, bir vicdan savaşıdır… Doğru olmanın özünü de vicdan oluşturur.

“Bana seni gerek seni” diyen Yunus'un dergâha hep doğru odun taşımasının nedeni, aşktır. Doğrunun içindeki aşkla haşır neşir olma nimetine erişen, yanardöner olabilir mi?

2013 yılında Markus  Zusak’ın romanından filme uyarlanan “Kitap Hırsızı”, 1938’li yıllarda savaş, ölüm, çaresizlikle birlikte,  Almanya’da evlatlık verilen kız çocuğunun hikâyesini anlatır. Nazi döneminin o kemik gibi sertleşmiş kuralları, yakılan kitapların arasından kitap alan küçük kızın cesareti ve bodrumda saklanan gencin eve kattığı sıcaklık; izleyenleri bir iç sorguya davet ediyor.

“Akordeon kalpli bir adam ve gök gürültüleri ardına gizlenen bir kadın yeni kızlarını bekliyordu.”

Tren yolculuğunda kardeşini kaybeden ve evlatlık verildiği ailede okuma yazma öğrenen Liesel, “Anlamıyorum, bu kadar yanlış ne yaptı” diye sorar… Aldığı cevap: “İnsanlara insanlıklarını hatırlattı.”  

Markus  Zusak  kendi dünyasından, kaybolmakta olan insanlığın geçmişle olan ilişkisini  “Hafıza ruhun kâtibidir” diyerek tazelemiştir…    

Yazar ve senarist,  film bittiğinde seyirciye iki soru sorar: İcat edilen doğrular mı? Vicdan ve adalet temeline yerleşen doğrular mı?

Tabii ki ikincisi.  Merhametin tutuşturduğu doğrularda bulur insan kendini.

Herkes kendi yaşam penceresinden yorumluyor doğruyu!  Yani yorulmuş doğrularla büyüyecek yeni nesil.

Bu asileşmek demek! Bu değerler haritasını silmek demek… Kültür yoksulluğu;  vicdansız, bencil bir neslin yanlışlarda devleşmesi demek…

“Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir” diyen Tanpınar ne çok haklı. Menfaatleri besleyen doğrular için ölümüne savaşan yok mu?  Onlar, eğriyi masumlaştıranlar, onlar edepten uzaklaşanlar… 

Sonuç ne biliyor musunuz?  Kalbi huzursuzluk… Her şeyin var, hiçbir şeyin yok. Bu sancıyla nefes almak yaşamak mı?

Çocukken bir doğru var sanıyordum.  Annemin bana tırnak içinde öğrettiği doğru: “Kendin için istemediğini, bir başkasını için de isteme. Kendine layık görmediğini, başkasına da görme.” Ve babamın alın teri… İki altın kılıç. Yalanı, riyayı, entrikayı, haksızlığı yok eden kılıç… 

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor, Turgut Uyar: “Herkesin bir umudu vardır, bir savaşı, bir kaybedişi, bir acısı, bir yalnızlığı, bir hüznü.”

Kalbimize emanetsiniz…