Yine hareketlendik. Fazla içeride kalınca göçebe ruhumuz depreşti. Uzun zaman içeride kalınca “daraldık”, “bunaldık”; bir an önce başka bir yere göç etmek için sabırsızlandık. Serbestleşme bizi ok yaydan çıkmış gibi sokağa döktü. Meğer ne kadar özlemişiz sokakları… Hele insanlarla tokalaşmayı, kucaklaşmayı… Ama ürkekliğimiz üzerimizde. Hala kaygılı ve endişeliyiz. Endişe etmekte haklıyız. Canavar aramızda dolaşmaya devam ediyor. Dünyada 4 milyon cana mal oldu.

Peki, bu kadar acı ve sıkıntıdan sonra ne kadar ders çıkardık? Orası çok şüpheli. Huylu huyundan vazgeçer mi? Bir genel durgunluk hali var üzerimizde, içeride fazla kalmanın mahmurluğu mudur, bilmem ama bir hüzün seziliyor halimizden. Yüreğimizin merhameti artmış mıdır, bilmem. İnsan olarak ne kadar zayıf ve birbirimize muhtaç olduğumuzu anladık mı acaba? Fikrimiz, zikrimiz ve şükrümüzde bir artış oldu mu? Çünkü bütün bunları yapmaya çok vaktimiz oldu. Yoksa yine aynı nakaratı tekrarlayarak hayıflanmaya devam mı, ediyoruz. “Gene boşa geçti ömrüm benim.” Hep son pişmanlıklar çok fena üzer insanı, o nedenle fırsat elde iken iyilikler biriktirmeye sürdür. “An”ın kıymetini bil. Dün yoktu yarın da olmayabilir.  Dem bu dem, an bu andır.

Köye, tatil köyüne ya da başka bir yere giderken kendimizi de almadan gidebiliyor muyuz? Fiziki bagajların yanı sıra ruhi bagajları da yüklenerek gittiğimiz yerlere dertleri ve kederleri de götürüyorsak çıktığımız yolculuk daha da ağırlaşacaktır. Zaten yeryüzünde yükü ağırdır insanın. Koca bir emaneti sırtlanmıştır. Uzun ince bir yolda gidersin bitmez gündüz gece…

Önce köylerden, kasabalardan şehirlere göç ettik. Orada uzakta olan köyler, kuş uçmaz kervan geçmez yerler haline geldi. Köyler ihtiyarlara kaldı. Uzun süre şehirde içeride kalınca kafese konmuş kuş misali “ah vatanım vah vatanım” demeye başladık. Sen vatandan kaçarken arkana bakmadın, şimdi arkada kalanlar da senin gelişinden çok ta hoşnut değiller. Yani seni, boşalttığın köylerde dört gözle bekleyen kimse yok. Kaldı ki o köylerde eski köyler değil, köprünün altından çok sular geçti, eski çamlar bardak oldu. Ama olsun her şeye rağmen imkânın ve gücün varsa toprağına dön. Nadasa bıraktığın tarlan varsa ekin ek, bahçen varsa fidan dik. Direnme “şehirde yaşıyorum” diye. Şehirde nasıl yaşadığını bir daha gözden geçir. Gerçekten adı üstünde “medeni” bir yerde mi yaşıyorsun? Yoksa belirsizlikler ormanında kaybolarak kendini mi arıyorsun? Medeni olmanın kalabalık nüfusla ilgisi nedir? Şehirlerde nüfus arttıkça medenilik oranı mı artarmış.

“İdeal şehir nasıl olmalı” sorusunu sorup cevabını hep beraber aramalıyız. Teknolojinin getirdiği yenilikler nedeniyle insanı, toplumu, kenti, köyü yeniden tanımlayarak hayatımıza yeni bir yön vermeliyiz. Eski düşüncelerle amel etme zamanı geçti artık, yeni şeyler söylemek zamanıdır. Şimdi durup düşünme zamanı değil diyeceksiniz. Ben, yine de temmuzda başladığınız kaçışlara ara duraklar açarak düşünmenizi öneririm.