Kur’an-ı Kerîm, son peygamber Hz. Muhammed (a.s.)’a Allah tarafından Cebrail aracılığıyla nâzil olmuş ve O’ndan tevatür yoluyla nakledilmiş olan kudsî bir kitaptır. 114 sûreden mürekkep olan bu ilâhî kitap 6236 âyeti muhtevîdir. Âyetlerin her biri ve tertipleri, tevatür yoluyla sâbittir. Peygamberimize Allah’tan nasıl gelmiş ise, Peygamberimiz de bize aldığı gibi nakletmiştir, bir kelime eksik ve ziyâde edilmemiştir. O günden bugüne kadar da böylece devam edip gelmiştir.

Dinler tarihinin tetkîkinden anlaşılıyor ki; tarihî belgelere (vesikalara) ait bütün şartları taşıyan mukaddes ve ilâhî kitap, ancak Kur’an-ı Kerîm’dir. Kur’an-ı Kerîm, Allah’ın kadim ve ezelî kelâmıdır.

KUR’AN BİZZAT ALLAH’IN KELÂMIDIR

Kur’an bizzat Allah’ın kelâmıdır. Bunda melek ve peygamber sadece bir vasıtadır. Peygamberin Allah Tealâ’dan vahiy sûretiyle nakleylemiş olduğu âyetler, zamanında binlerce sahabe tarafından ezberlenmiş, husûsî memurlar tarafından yazılmış ve böylece tevatür vukua gelmiş, peygamberden tevatür yoluyla nakledilmiş ve bu tevatür yüz binlerce, milyonlarca insan tarafından zamanımıza kadar devam ettirilmiştir. İşte bunun içindir ki; Kur’an-ı Kerîm bütün tarihî vesikaları cami’ ve her veçhile tahriften uzak bulunmuştur. Hiçbir münkir, hiçbir karşıt insan, Kur’an-ı Kerîm’i Hz. Muhammed (a.s.)’dan başka bir kimseye izâfe ve isnâd edemiyor ve edemez. Bunu tebliğ edenin O olduğunu, Allah’tan aldığı gibi bize tebliğ eylediğini kabul etmemek imkânsızdır.

Bugün yeryüzünde milyonlarca insan tarafından en büyük hürmet gösterilen ve her evde en yüksek mevki işgal eden bu Kitab-ı Kerîm, her yerde aynıdır. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) îtibaren her devirde yüz binlerce insan tarafından ezber edilmiş olduğu gibi, bugün de öyledir. Allah’a çok şükür bugün yeryüzünde binlerce hafız vardır ve kıyamete kadar da bulunacaktır. 1400 (küsür) senedir bütün saflığı, berraklığı ve asâleti muhafaza edilmiş, bir tek harfi bile değişmemiş tek kitap, ancak Kur’an-ı Kerîm’dir. İşte bunun içindir ki; Kur’an-ı Kerîm geldikten sonra diğer din kitaplarının hükmü kalmamıştır. Kur’an-ı Kerîm, Muhammed (a.s.)’ın ebedî bir mûcizesidir. Akseki, A. Hamdi, a.g.e., s. 80-81.

ASLÎ KAYNAĞIMIZ

Aslî kaynağımız olan Kur’an-ı Kerim’in pek çok tarifleri yapılmakla beraber, şu tarif daha çok kabul görmüştür:

“Allah tarafından Rasûl’ü Muhammed (s.a.v.)’e gönderilmiş, sahîfelerde yazılmış, (okunmasıyla ibadet yapılan), Nebî (s.a.v.)’den bize şek ve şüphesiz tevâtür yoluyla  nakledilmiş ilâhî bir kitaptır.” Zeydan, Abdülkerim, İslâm Hukukuna Giriş, (çev. Ali Şafak), Kayıhan Yay., İstanbul 1995, s. 277.

Kur’an-ı Kerîm, Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’dan Rasûl’ü Hz. Muhammed (s.a.v.)’e tevâtür yoluyla indirilen bu ilâhî kitap şüphesiz ki insanlığın hidâyeti için gönderilmiştir. Kur’an bizzat kendi ifadesiyle gerçeği defalarca haber verir.

Bilindiği üzere Kur’an, kendisinin ilk sûresi olup namazlarımızın her rekâtında okuduğumuz Fatiha’nın altıncı âyetinde  buna dikkatlerimizi çeker. Her mü’min  “Bize doğru yolu göster” duasını okur.

İkinci sûrenin ikinci ayetinde ise şöyle buyrulur:

 “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” 2 Bakara 2.

HİDAYET ETMEK

Hidâyet etmek ve tarif etmek arasında önemli bir fark vardır. Tarifte; bir yeri güzel bir şekilde îzah etmek varken hidâyette, tarif edilen yere bizzat götürmek anlamını da görürüz. İşte Allah (c.c.)’ın eşsiz kitabı, kendisine tâbî olan müttakî kulları tabiri caizse ellerinden tutarak Allah ve Rasûl’üne ve dolayısıyla cennete götürür. Bu sonuçta kurtuluş vardır, ebedî saadet vardır.

Hidâyet, istenilen hedefe ulaştıracak şeye lütuf ve nezaketle kılavuzluk etmektir ki, yolu sadece gösterivermek veya yola götürüvermek ve hatta sonuna kadar götürüvermek şekillerinden biriyle gerçekleşebilir. Birincisine; ulaştırmayan kılavuzluk veya irşad, ikinciye; ulaştırıcı kılavuzluk veya tevfik denilir. Bu kılavuzlukta lûtuftan maksat, sertlik ve şiddetin karşılığı olan tatlılık ve yumuşak huyluluktur. Letafetten maksat da, inceliktir. Hidâyet yalnız iyiliği istemeye aittir. Meselâ hırsıza yol göstermeye, rehberlik etmeye hidâyet denilmez.

HİDAYETTEKİ ASIL HEDEF

 “Onları cehennemin yoluna götürün,” (37 Saffât 23) âyetinde olduğu gibi kötü şeyde kullanılması, alay etmek ve taşlama gibi bir nükteden dolayı mecaz olur. Demek ki hidâyet her istenilen şeye mutlaka rehberlik etmek değil, irşad gibi maksadında iyilik, yapılış şeklinde de iyilik ve incelik bulunan bir rehberliktir. (Yazır, M. Hamdi, a.g.e., 1/121.)

“Müttakîlere hidâyetin ta kendisidir” ifadesinde gördüğümüz ittikâ, vikâye (korunma)yı kabul etmek, başka bir ifade ile vikâyeye girmektir. Vikâye ise aşırı korumacılık, yani acı ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini iyice korumak demektir. O halde lûgat açısından ittikâ veya onun ismi olan takva, kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, özetle kendini iyi sakınıp korumak demek olur. Bunun gereği olarak korkmak, kaçınmak, sakınmak ve çekinmek mânâlarına da kullanılır. (Yazır, M. Hamdi, a.g.e., 1/161.)

KUR’AN’IN MAKSADI

Zaten Kur’an-ı Kerim’in gönderiliş maksadı da insanların hidâyete ulaşması demiştik. Bu konuda daha pek çok âyet-i kerîme mevcuttur. Şüphesiz ki insanları uyarır, korkutur ya da nasîhat ve müjde eder. Bütün bunlarla maksadı yine onların hidâyetidir. Yani hak yola, Allah ve Rasûl’ünün yoluna yöneltmektir. İşte bu konuda bazı âyet-i kerîmeler:

“(Bu), kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın.” 7 A’raf 2.

 “Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.” 16 Nahl 64.

“(Resûlüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık.

Umulur ki onlar (bu sayede günahtan) korunurlar; yahut da o (Kur'an) kendileri için bir ibret ortaya koyar.” 20 Tâhâ 113.

“Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.” 41 Fussılet 4.

KUR’AN RAHMETTİR

Görülüyor ki Kur’an bütün bu âyetlerinde, hem tarifinden bir kısmını ve hem de maksadını ortaya koymaktadır.

Kur’an bütün insanlara hitâb eder:

“Bu (Kur’an), insanlar için belgeler, kesin olarak bilen toplum için hidâyet ve rahmettir.” 45 Câsiye 20.

 “Bu, insanlara bir açıklama, sakınanlara bir rehber ve bir öğüttür.” 3 Âl-i İmran 138.

“Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbiniz’den kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nûr indirdik.” 4 Nisâ 174.

(Kesin delil Hz. Peygamber (s.a.v.), nur ise Kur’an-ı Kerîm’dir.)

“De ki! Ey insanlar! Rabbiniz’den size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren kendisi için doğru yola girmiş, sapan da, kendi zararına sapmış olur. Ben, sizin bekçiniz değilim.” 10 Yûnus 108.

“Elçisine doğruluk rehberi (Kur’an) ve bütün dinlere üstün kılmak üzere hak din ile gönderen O’dur. Şahid olarak Allah yeter.” 48 Fetih 28.

“Ey peygamber! Biz seni hakîkaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” 33 Ahzab 45.

KUR’AN ALLAH KATINDANDIR VE O’NUN KELÂMIDIR

İnsanların sapıtmamaları ve doğru yola ulaşabilmeleri için, Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, kullarına daima mübarek kelâmlarını Peygamberleri vasıtasıyla bildirmiştir. İşte yüce Kelam-ı İlahi Kur'an onların en mütekâmil ve mümtazıdır. O eşsizdir ve kıyamete kadar taptaze bir şekilde her çağa seslenecek ve her derde deva olacak haldedir. Kendisine müracaat edecek her insan ve toplumu daima karanlıklardan nura ve aydınlığa çıkaracaktır. Çünkü O'nun ilk emri ilim olmuştur, Allah'a davet olmuştur ve hidâyet olmuştur. Bütün çağlara hitab eder. Âkif’in dediği gibi:

"Doğrudan doğruya Kur'an’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İSLAM'ı…"

O ne bir insan ve ne de bir melek sözüdür. O, Âlemlerin Rabbi Allah katındandır.

Bir bilim adamı yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:

“Dünyaca meşhur jeoloji ilmi üstadlarından Prof. Dr. Alfred Croner’la kendi alanıyla ilgili konuları konuşmak için bir araya geldik. Kendisi meşhur jeoloji ilim adamlarını tenkit etmekle ün salmıştır.

Kendisiyle buluştuk ve birkaç âyet ve hadis zikrederek meseleye girdik. Görüşmemizden sonra gerçeği itiraf etti ve:

“Bu Kur’an’ın, okuma ve yazması olmayan Muhammed tarafından yazılması mümkün değildir. Bu bilgileri o çağlarda insanların bilmesine imkân yoktur,” dedi.

Sonra bu işe o kadar sarıldı ki Kur’an’ın ilâhî bir kitap olduğunu ispat etmek için misaller vermeye başladı. Prof. Croner, yaptığı incelemelerden ve âyetlerle hadisleri mütalaa ettikten sonra bize fırsat vermeden anlatıyordu. Verdiği misallerden birisi:

“Kâfirler, gökler ve yer birbirine bitişikken, onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı bilmezler mi? Hâlâ îman etmiyorlar mı?” (21 Enbiya 30) âyetinin işaret ettiği gerçekti. Yer ve göklerin başlangıçta bitişik olduğu ilmî gerçeğinin on dört asır önceden insanlar tarafından keşfedilmesinin mümkün olmadığını, sadece bu âyetin dahi Kur’an’ın Hz. Muhammed tarafından değil, insanüstü bir kaynaktan yani ilâhî kaynaktan olduğuna kâfî geldiğini anlattı.”