Geçtiğimiz hafta 28 Şubat’ın mağrur komutanlarına verilen cezalar Yargıtay tarafından onandı. Elebaşlarının müebbet cezaya çarptırıldığı ve tutuklanarak cezaevine gönderildiği haberi bizim gibi 28 Şubat’a şahit olanlar için farklı anlamlar taşıyor.

İsimlerini dahi anmaya değmeyecek bu apoletli cuntacıların ülkeye verdiği zarar rakamlarla ifade edilemez. Çünkü milyonlarca insanın geleceğe dair ümitlerini kaybettiği, siyasi iradelerinin yok sayıldığı bu süreç ekonomik yıkımın yanı sıra ruhlara nüfuz eden derin yaralar açtı.

Nice ana-baba, evlatlarının eriyip tükendiğine şahit oldu. Milyonlarca gencin çalışarak, emek vererek elde ettikleri haklar vandalizm ile ellerinden alındı. Kamu kurumlarının, okulların, üniversitelerin kapıları sırf inançlarından dolayı yüzlerine kapatılan bu büyük kitle tükenmişlik sendromuna kapıldı.

O dönemde yeni üniversiteye başlamış bir gençtim. Yaşananlara doğrudan şahit oldum ve sürecin mağdurları arasında yer aldım. Lise mezunları için ilk defa yapılan DMS’de (Devlet Memuru Sınavları) bir milyon kişi arasında ilk 5000 içinde yer almama rağmen iki ayrı kuruma yapılan atamam sırf İmam Hatip mezunu olduğum için yayınlanan KHK gerekçe gösterilerek iptal edildi. Henüz 18-19 yaşlarındaydım ve aynı zamanda üniversitede öğrenciydim. Eylemlere katıldığım ve farklı dergilerde yayınlanan yazılarım gerekçe gösterilerek yargılandım, eylemlerde coplandım, takip edildim, tehditler aldım.

Üniversite kampüsünde uygulanan yasaklar o denli katı ve mantıksızdı ki kolluk güçleri bile gönülsüz şekilde görevlerini yapıyordu. Tıp fakültesine tedavi olmak için gelen yaşlı teyzeler dahi başlarını açmaları için zorlanıyor, kampüs girişinde otobüsler askerler tarafından kontrol ediliyordu. Öğrencilerin ise hiçbir şekilde başörtülü olarak buraya girmelerine müsaade edilmiyordu. Farklı fakültelere sınavla yerleşen binlerce öğrenci bu dönemde okullarını bırakmak zorunda bırakıldı.

Dönemin valileri yasakları uygulamak için birbiriyle yarışıyordu. Kimi illerde valiler kolluk güçleri arasından ekipler oluşturarak en acımasız tipleri bir araya getirerek süreci hızlandırmaya çalıştı. Bursa Valisi Orhan Taşanlar bunun bilinen örneklerindendir.

İslami vakıfların evlerinde kalan öğrenciler takip edildi. Ev telefonları dinlendi. Bazı öğrenciler defalarca gözaltına alınarak gözdağı verilmeye çalışıldı. Tüm bu cebri faaliyetlere rağmen eylemler artarak devam etti. Camilerde Cuma namazı sonrası yapılan eylemler, okul girişlerinde yapılan oturma eylemleri, her Pazar yapılan toplu dua buluşmaları uzun yıllar aksamadan devam etti. Tamamen barışçıl olan bu eylemler sebebiyle binlerce kişi DGM’lerde yargılandı.

Bu karanlık yıllarda “irtica” bahanesiyle kamudan ihraç edilen binlerce memur ailelerini geçindirmek için işportacılık yaptı, işçi olarak çalıştı. Yaşadıkları bunalıma yenilen nicesi ise intihar etti. Katsayı engeline takılan on binlerce öğrenci yurt dışına çıkmak zorunda bırakıldı. Üniversite sınavlarına giren İmam Hatip ve meslek lisesi öğrencilerinin puanları hukuksuz şekilde tırpanlanarak üniversitelere girmesi engellendi.

28 Şubat defteri kapandı demek için henüz erken. Çünkü bu zihniyette insanlar var oldukça bu sayfa kapanmaz. Yaşananların tekrar etmemesi için 28 Şubat sürecinin yeni nesillere daha iyi anlatılması gerekiyor. Tıpkı 15 Temmuz gibi 28 Şubat’ın da dizilere, filmlere, romanlara, eğitim müfredatına daha güçlü şekilde taşınması lazım. Çünkü bugünümüzü ve geleceğimizi anlamanın yolu o dönemden geçiyor. Daha da önemlisi bugünkü kazanımların çoğunun milletin 28 Şubat’a duyduğu tepkiden kaynaklandığını unutmamak gerekiyor.