Kültürel çatının çöküşünün doğurduğu sonuçlar karşında, insanın maneviyata odaklanması oldukça zordur. Çağdaşlaşma adı altında, tarihsel yön tarumar edildiğinde, medeniyet izleri yavaş yavaş silinir. Mimari yapılar, kitaplar, kültürel öğeler yok edilir.

Bu tarihi yangından geçtik. Dayatılan kültürel sapmasının önünü, bilinçli düşünenler kesti. Hâlâ daha toparlamaya çalışıyoruz. Sıcak ve Soğuk Savaş sonrası, yapılan ilk hamle medeniyet izlerini yağmalamak. Ortadoğu bu kıyımdan, müzeleriyle, tarihin arşivlendiği binaları ile nasibini almıştır. Temsil ettiği insanlık tarihi ve İslam medeniyet birikimi yağmalanmıştır.

Batı’nın bütün uğraşı, Doğu kültürünün izlerini kendine taşımak. Bu konuda da oldukça donanımlı ve başarılı. Doğu’daki aksaklıklar ve medeniyet boşluğu Batı’da hacimsel bir alan oluşturdu.

Toplumlar, tarihsel şuuru kaybettiğinde, ne geleceği okuyabilir ne de yarınlara ışık tutabilir. Hafıza silimi, tarihin derinliğini ezip, geçmek demektir. Dün, somut olarak uygulanan tahribat, bugün soyut olarak uygulanmakta. İkisinin verdiği sonuçta ne yazık ki aynı. Kültürümüzü yansıtan bir şehir mimarimiz, ev dekorasyonumuz, bir kılık kıyafetimize yok artık. Hatta davranış biçimlerimizle bile biz, biz değiliz. Bu kopya yaşamı, geçmişimizi gerici yâd ederek kazandık.

Değerlerimizin kazanımı ile özleşmiş bir kültürel ağı koruyabilseydik, bugün kültür konusunu çok farklı bir biçimde ele alırdık ‘Kültürünü koru’ ezber olarak değil, hafızaya kök salan, bir ana başlık olmalıydı.

Bugünün bilim, teknik ve düşünce dünyasına adım atmış nesil için, donanımlı ama çaresiz de diyebiliriz. Niye mi? Elde ettikleri potansiyel gücü, bedenen ve ruhen kullanmakta yeterince başarılı değiller. Hatta bir iç çatışmadalar. Yalnızlık hezeyanına kapılmış bu yeni nesil silkelenmezse, ne ilimde ne de sanatta başarılı olabilir. Günümüzdeki hazır bilgiyi bile doğru kullanmadan, ahkâm kesen bir ego boyutu ile karşı karşıya olduğumuzu da unutmayalım. Yani kültür ve medeniyet çağa göre şekillenirken, mana dünyasında ve ahlaki yapıda sarsıntı yaşanmıştır, yaşanıyor da.

Topluma kazınan bir aidiyet duygusu olmalı ki, kültürel evrim dayatmasının neden-sonuç ilişkisine tepki verilebilsin. Bu çağın bir savaşı da kültür ve ahlak cephesidir. Güvenilir, hata yapmaz, insanı inceltmez dediklerimiz, rant kavgalarıyla boğuşmakta. Bu da düşünce dünyamızda bir çürüme başlatıyor. Soralım o zaman biz de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ağzından kendimize, “Hayatı böyle bir kâbus haline sokmak neden? Onu sadece, olduğu gibi yaşamak kabil değil mi? Neden bu kinler, bu kızgınlıklar, bu sıtmalar, bu çırpınmalar neden” diye?..

İdeolojik kalemlerin yazıp, çizdiğiyle büyümüş bir nesiliz biz. Yenileşme adı altında, bir kültürel soykırım maruz bırakıldığımızı reddedemeyiz.

Hafızadan ecdat silinince; baba gerici, dedeler bilgisiz, dervişler de meczup olarak adlandırıldı. Kültürel soygun için, bundan daha tesirli bir yol olamazdı. Barbar ve gerici bir geçmiş olduğuna, bizi inandırmaya çalışan yatağa doğduk. Osmanlı’ya hasta adam denildi. Osmanlı ne demek, öğrenmek bile istemediler.

Kültürel sömürü, düşünen toplumun zihnine yeni bir tarih, yeni bir bütünleşme kodu olarak dikte edilmekte. Geçmişe kurulan bağın kanadı kırılarak, geleceğe şekil verme zihniyeti hiçbir zaman sonuç vermeyecek, hatta beraberinde öngörülmeyen birçok sıkıntıyı da ortaklık edecektir.

Bugün dünyanın toplumsal suç oranları incelendiğinde, dudaklar uçuklar; rakamlardan ziyade, eylemler için. Madden bocalayan, manen dengesini bulamayan birçok kişi, hem kendine hem de çevresine akıl almaz zararlar vermekte. Tarihsel kol kırıldığı için, gözleriyle de göremiyor yirmi birinci yüzyıl insanı. Dünden bugüne kültürel tarihimizin haritası çıkarıldığında, ancak mümkün olur sağlıklı toplum yapısının inşası.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor şair Birhan Keskin: “Reddettim bütün kesinlikleri/Kalbim bu hayale bir daha inansın diye.”