Bilelim ki muhabbetullah kadar insanı insan eden bir manâ asla yoktur. O manâ ki, yer ve gökleri ve hatta onların binlerce daha katını içerisine alacak çok geniş bir âlemdir. Kulluk bilinci ve mârifetullah, ancak, bu âleme atılan adımlar ve bu ummanda yapılan kulaçlarla ortaya çıkar. Bu eşsiz hakikatten habersiz yaşayanlar, bu âleme geliş maksadından bîhaber olanlardır. Böylesine anlamsız bir hayat ise, sonsuzluğun da ötesinde bir gam ve kederi getirir insana.

İnsan olmanın ve insanca yaşamanın tam merkezi olan mârifetullah, yani Allah’ı tanıma bilgisi; özümsenerek yaşanan, bir âlemden bir başka âleme geçmekle devreden ama sonu bulunmayan bir gönül dünyasıdır. Her bir seviyesinde; «insan bir kâinattır» gerçeğini yaşatan, sürûr ve halâvetine ise asla doyumu olmayıp tarifi de mümkün olmayan bir hâl âlemidir. Evet, O’nsuz olmanın kaybı anlatılamaz. Tıpkı O’nunla olmanın haz ve lezzetinin anlatılamadığı gibi.

Varışımız O‘na olduğuna göre, yolumuz O’nun yolu olsun!

İşte bu hakikat, en yüce hakikattir.

O’nsuz olan her şey neye yarar ki?

O varsa her şeyimizde, çok yüksek bir mana ifade eder.

Budur insana insanlık kazandıran mefkûre…

Budur insanı yaratılış manasına uygun kılan güzel hal!

Ey insan bunu düşün ve bu manaya ulaş!

Yoksa neye yarar ki bunca uğraş?             

ALLAH SEVGİSİ VE İNSAN

Bakılan bütün zerre ve kürrede bazı hakîkatler görebilmek ve gönül âleminde nice manâlar bulabilmek ne güzel! Bu hal, insan olmanın en belirgin özelliği değil midir? Bu durum insanı acaba nereye götürür? Düşünen, tefekkür âlemlerine dalabilen, araştırmalara girebilen ve onlardan manâ ve hikmetler çıkarabilen insan, iyi bir sona varacaktır...

Bu son; Allah'a ulaşmaktır...

Bu son; Allah ve Rasûlü’nün sevgi ve muhabbetiyle dolup taşmaktır...

Bu son; yaradılış sırrına ermek, gönül âleminde manâ ummanına dalarak, hikmet incileri toplamaktır...

Ve bu son; Mevlâ aşkını yaşamaktır...

Bu, insanın asıl gayesine ermesidir. Allah'a sevgiyle dolan ve O'nun aşkıyla yanan mü'min, artık Rabbinin sevgisini de kazanmıştır.

Kâinatta yegâne hakikat ve insanlığın zirvesine ulaştıracak mana şüphesiz ki, Allah (c.c) sevgisidir.

İnsanı huzur ve saadete ulaştıracak, manâ âlemlerine daldıracak ve yaratılışının gayesine vasıl edecek en yüce kılavuz yine o sevgidir. Çünkü o; bütün âlemlerin, zaman ve mekânların ve kendisinin yaratıcısına olan sevgisidir.

SEVEN-SEVİLEN

O'nun muhabbetini gönlüne koyan ve tabiri caizse O'na sırtını dayayan mü'min; sevmiş-sevilmiştir. İşte bu sevgiye ulaşmış olan insanın şu zenginliğine bakın ki; o bir büyük memleketin padişahıyla dost olmuştur. Bu dostluktan dolayı da, o ülkenin her köşesi ona açık ve onun emrindedir. Padişahın, sevdiği dostu ile muhabbetine ve ona ikramlarına diyecek yoktur.

Hal böyle olunca, O yüceler yücesi Padişahı sevenlerin, O'nunla muhabbetine ve O'nun kullarına bahşedeceği lütfuna akıl ve sır erer mi? Zira;

"Allah onları, onlar da Allah'ı severler," (5 Maide 54.) buyrulmuştur.

“Allah Sevgisi, tamamıyla O’na yönelmektir. Allah Sevgisi Allah’tan başkasını unutmaktır.  Allah Sevgisi, vücudun bütün cüzlerinin O’nun olduğunu görmektir.” (İbrahim, Hakkı, Erzurumlu; Marifetname, sadeleştiren M. Fuad Başar, Kit-San, İstanbul trsz., s. 432.)

DÜNYADA EN AZİZ ŞEY NEDİR?

Ebu’l Hasan Harkâni Hazretleri bir gün sohbetinde bulunanlara:

-Dünyada en iyi şey sizce nedir? diye sordu. Orada bulunanlar:

-Siz daha iyi bilirsiniz, siz söyleyin, dediler.

Bunun üzerine, Ebu’l-Hasan Hazretleri şu açıklamayı yaptı:

-Dünyada en iyi şey Allah Tealâ’yı unutmayan gönüldür. (Dikmen, Mehmed, Unutulmayan Sözler ve Nükteler Antolojisi, İstanbul 1997. Bu ve daha sonra gelecekler; s. 20-26.)

O’nu unutmayan gönül, O’na sevgiyle dolu olan gönüldür.

Bu sevgi neler düşündürmez ve nice güzel anlar yaşatmaz ki!

TEFEKKÜR

Bu sevgiyle semaya bakan insan, ondaki güzellik, san’at ve hayretamiz intizama hayran kalır. O, onlarca yıldızın kandiller misâli, Allah’ın nasıl durdurduğunu tefekkür eder. Yeryüzüne bakınca da binlerce çeşit mahlûkun doğup - ölüşünü, aynı topraktan yetişen sayısız nimetin, birbirine karışmadan ve şaşırmadan nasıl büyüyüp vazifesini tamamladıktan sonra, dünyayı terk ettiğini görür:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, akl-ı selim sahipleri için gerçekten ibretler vardır." (3 Al-i İmrân 190.)

Güllerin kokusu, rengârenk çiçeklerin ahvali, kuşların ötüşü, suların çağlayışı insanı düşünmeye, tefekkürle manâ âlemlerine dalmaya, ibret alarak hikmetler çıkarmaya sevk eder. Bütün bunlar ise, onun gönlünde Allah sevgisini ve zikrini artırır:

"Sağduyulular o kimselerdir ki; ayakta iken, otururken ve yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında iyice düşünürler ve şöyle derler:

"Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen batıl şey yaratmaktan münezzehsin. Bizi cehennem azabından koru." (3 Â-li İmrân 191.)

O’NU SEVMEK

Evet, bir zatı sevmek ki, ne güzel ve ne yüce bir sevgi o... Başımızdaki iki gözümüzle gördüğümüz şu sayısız mahlûkun yaratıcısı... Kalp gözlerimizin kapalı olması sebebiyle göremediğimiz yine milyonlarca yaratığın da Rabbi! Yeryüzünün "halifesi" olarak yaratılan insanın akıl ve havsalasını durduracak yücelik, tertip ve güzellik...

O'nu sevmek sevgilerin en yücesi, makamların en üstünü, elmas ve incisidir. Bu sevgiden mahrum olmak ise, tarifi imkânsız bir mahrumiyet ve yok oluştur. Gazali Rahimehullah şöyle der:

“Zevklerin en üstünü ve en iyisi Allah’ı bilmek ve O’nun Cemaline bakmaktır. Bu zevkten mahrum olan müstesnâ, onun üzerine herhangi bir zevkin tercih edilmesi düşünülemez." (Gazali, İhyau ulumi’d-din, müt. Ahmed Serdaroğlu, c.  IV, Bedir yayınevi, İstanbul 1975, s. 555.)

MARİFETULLAH NEDİR?

O, Allah’ı bilmektir. Ama bilmek sevgiden geçer. O’na sevgisi ne kadarsa insanın, o kadar Rabbini bilir. O bambaşka bir zevk ve neş’edir.

Ahmed el - Rufai der ki;

“Marifet bir tattır. Onu Allah, kullarından dilediğine tattırır.” (Ahmed el- Rufai, Onların Alemi, müt. Abdülkadir Akçiçek, Rahmet yay. İstanbul 1972, s. 81.)

Allah'ı sevenlerin gönül gözleri açılır, zerre ve kürrelerin zikrini işitir ve kemalin son zirvesine ulaşırlar. Zira bu sevginin sahibi Yüce Rabbimiz, mübarek kitabında şöyle buyurur:

"-Yeryüzünde ve gökyüzünde olanların hepsi Allah'ı tesbih ederler." (62 Cuma 1.)

Bu sırra ermek ne güzel!

YÂ RABBİM!

Cümle âlem anar,

Seni daim Rabbim!

Aşkın ile yanar,

Senin daim Rabbim!

***

Bütün dertler diner,

Zikredince Rabbim,

Arz-u sema dinler,

Emrini ya Rabbim!

(Dereli, Muzaffer, Sevgi Pınarı, Konya, 1998, s. 30.)   

ALLAH (CC)

O yüceler yücesidir. Her şeye kadirdir. Bütün alemler O’nundur ve hükmeden O’dur.

Bakıyoruz dünya ahvaline, ne kadar da düzen var. Kayyum O’dur.

Görünce virüsler, seller, yangınlar, depremler ve diğer afetleri, acizliğimizi nasıl da anlıyor ve yalvarıyoruz: Rabbimiz Sen yüceler yücesi Halık’ımızsın! Muhafaza eyle bu afetlerden bütün ümmet-i Muhammed’i…

O’nun yüceliğini bizzat Kendi beyanından okuyalım o halde:

”Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar, O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (2 Bakara 255)

”De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. O’nun hiçbir dengi yoktur.” (112 İhlas Suresi 1-4)