Bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak adına gerçekleştirilen mal ve hizmet üretimi süreci, beraberinde bölüşüm ve harcama süreçlerini de getirmektedir. Dikkat edilirse bireylerin hem ihtiyaçların hem de bu ihtiyaçların karşılanabilmesi adına gerçekleştirilen mal ve hizmet üretiminin temel girdisi olan ve önceki yazılarımda detaylarına değindiğim kaynakların yani üretim faktörlerinin sahibi olması söz konusudur.

Böylece üretim faktörleri ile Müslüman bireyin maddi ihtiyaçlarının karşılanması adına gerçekleşen mal - hizmet üretimin harcama ile bölüşüm sistematiğinin temel mantığı da ortaya çıkmaktadır.

Müslüman bireylerin maddi ihtiyaçlarını karşılaması adına harcamalarda bulunabilmesi yani kıt kaynaklar kullanılarak üretilen mal ve hizmetleri satın alabilmesi için belirli bir gelirinin olması gerekmektedir. Bu gelirin kaynağı yine sahip olduğu üretim faktörlerinin üretim sürecine koşulması üzerinden elde ettiği faktör geliri olacaktır. Müslüman birey, müteşebbis olarak emek ve refakatında sermaye girdilerini kullanarak kendine gelir getiren (kâr) üretimde bulunabilir. Zira bu üretim zaten insanların ihtiyaçlarını dolaylı/direkt karşılama amacına yönelik olarak yapılan her türlü mal ve hizmet artırımını yansıtmaktadır.

Ayriyeten Müslüman bireylerin, emek ve refakatında sermaye ve toprak sahibi olarak üretim sürecinde görev alarak ücret ve rant geliri elde etmesi mümkündür.

İslami açıdan piyasa mekanizmasının işleyişi dahilinde bireylerin elde etmiş oldukları faktör gelirleri, sahip oldukları faktörün fiyatı ve miktarına bağlı olarak değişim göstermektedir. Daha farklı bir deyişle piyasa mekanizmasının işleyişi dahilinde bireyler, faktör (girdi) piyasasında sahip olduğu üretim faktörünün miktarına ve fiyatına bağlı olarak birbirlerinden farklı gelirler elde edebilmektedir. Bu bağlamda bireylerin sahip oldukları üretim faktörlerinin fiyatı ise, her bir faktöre yönelik olarak süregelen arz ve talep eğrilerinin kesiştikleri durumda yani ilgili faktörlere yönelik olarak arz ve talep fazlalıklarının sıfıra eşitlendiği noktada belirlenmektedir.

Ancak bu sürecin işleyişi mükemmel işlemediğinden dolayı bu noktada ortaya çıkması muhtemel aksaklıkların kamu müdahalesi ile giderilmesi söz konusu olmaktadır. Yani İslam iktisadında bölüşüm mekanizmasının belirli sosyal amaçlı müdahalelerin haricinde piyasa sistemine bırakılması söz konusudur.

Ancak batı iktisadında rol alan “insan modeli” faydasını azami ölçüde tutmaya çalışan bireyleri tanımlar. Kısacası asıl olan toplumsal gerçeklikler gözetilmeden ferdi planda çıkarları olabildiğince yüksek tutmaktır. Zira iktisadi teoride yer alan meşhur “Bırakınız yapsınlar” klişesi iktisadi adamın menfaatlerini maksimize edebilmek adına büsbütün bir serbestliğe sahip olduğunu anlatır.

Bu ifadeler ilk bakışta “olumlu bir istenen” gibi gözükebilir. Nitekim herkesin amacının iktisadi bağlamda en yüksek faydayı sağlamak olduğu bir dünyadan kime ne zarar gelecektir ki? Batı iktisat kurgusunun başrol oyuncusu iktisadi adamın bu şekilde serbestliğe sahip olması ve bu durumun bir yansıması olarak ahlaki kaygılardan kopuk güdülerle hareket etmesi üretim faktörlerinin ve haliyle bölüşüm sistematiğinin arasında bitmek bilmeyen bir çatışma ortamını beraberinde getirmiştir.

İslam iktisadının temel aktörü olan “Müslüman İnsan” portresinin davranışlarına yön veren unsur ferdi çıkarların maksimize edilmesi değil, Allah’a karşı kulluk bilinci olduğundan, iktisadi manâda harcama-üretim ve bölüşüm sürecinde yaşanabilecek muhtemel istenmeyenler bu çevrelemenin varlığından dolayı denge etrafında toplanacaktır. De ki: “Kuşkusuz lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir.” (Âl-i İmrân, 3/73).