Her insanın bir mevsimi varmış gibi geliyor bana. Her insan bir mevsime benzermiş gibi. Ya da ne bileyim kendini bulduğu, kendi olduğu, “işte geldi beklediğim” diyerek o zamanı, o ayı beklediği vakitler varmış gibi.

“Toprak insanı kendine benzetir” diye yazmıştım daha önce. Sanırım mevsimlerin de böyle bir etkisi var. İnsan doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı yerin rengine, kokusuna, havasına benzer bence. Ama mevsim de öyle değil mi? Yağmurlarla büyüyen insanın hüznü, derdi, gamı daha mı fazla olur? Her sabah kalkıp da perdesini açtığında cama vuran yağmuru seyredebilen birinin içinde nazik duygular uyanır gibi geliyor bana. Karlı, bembeyaz şehirlerin çocukları daha sert, daha dayanıklı, daha kavi olur zannımca. Sonra sıcacık bir mevsimi her an yaşayan pek çok kişinin takıldığı, canını sıktığı onca şeyi görmezden gelebilir belki de. Ya da muhtemel ki ben yanılıyor olabilirim. Hiçbiri doğru değildir bunların ve aslında mevsimler sadece bir doğa olayı şehirler de bir toprak parçasıdır belki de.

Yanılıyor olmayı tercih etmem aslında zira böylesi ve böyle düşünmek hoş geliyor insana. İçinde garip ve şiir gibi cümleler dolanıyor.

Benim mevsimim sanırım sonbahar. İçinde bir ay seçecek olsam da Eylül derdim herhalde pek çoğu gibi. Yağmurlar yağmaya başlayıp, tatlı bir meltem eserken gönlümde savrulan cümleleri tutmak, bazı şeyleri unutmak daha kolay oluyor gibi. Sonra nedensiz bir şiir düşüyor hatırıma, her cümle kafiyeli gibi geliyor yağmurdan kaçan insanlar görüyorum ve anlayamıyorum onları. Gözlüklerimin camları buğulanıyor, saçlarım ıslanıyor, ellerimi ceplerime sokuyorum ve bazen kim bilir ne zamandan bıraktığım bir cümlenin olduğu küçük kağıtlar buluyorum. Daha bugün buldum birini. Neden ve ne zaman yazdığımı bilmiyorum. Canım çok yanmış zannederim zira bir kokusu olsa cümlenin yanık kokuyor derim. Şöyle bir tek cümle; geçecek, uyuyunca hepsi geçecek…

Kelimelere meftunluğum var biliyorsun. Şimdi de iki kelimenin izi zihnimde. Biri yağmur ve biri eylül. Yağmur eski Türkçe bir kelime. Uygurlardan beri kullanılıyor. Baya yaşlı. Anlaşılacağı gibi yağmaktan geliyor. Farsça’da aynı kelimenin karşılığı “baran” ve aslında yakın zamana kadar da dilimizde çokça kullanılıyor. Arapça’da ise “matar” kelimesi yağmurun karşılığı. “Matara” ile bir bağı var mı diye düşünüyorum ama yok. “Matara” aslında “Mathera” diye kullanılıp sonra sonra bu hali alıyor. “Temizleme kabı” demek.

Eylül ise bambaşka. Süryanice’de “Aylul” diye kullanılırmış ve bağ bozumu, hasat zamanı manasına gelirmiş. Açıkçası daha romantik bir anlamı olsun isterdim. Ama değil ve üzdü beni. Olsun, mesele ne hissettirdiği bence.

Ezcümle Eylül geldi geçiyor ve yağmuru seyrederken buluyorum kendimi. Dilimde bir şiir var Yavuz Bülent Bakiler’den:

Rüzgarlar, bulutlar götürün beni burdan

Halim yok gözlerimi silemiyorum

Yağan yağmur mudur bir büyük nurdan

Yoksa yüreğim mi bilemiyorum