Bugüne kadar kaleme aldığım köşe yazılarımda sıklıkla tekrar ettiğim üzere İslâm’ın İktisâdi Esasları yahut kısaca ifade etmem gerekirse İslam İktisâdı olarak adlandırılan anlayışın temeli İslâm’ın iman, amel, ahlak esasları içerisinden iktisâdi münasebetleri düzenleyen esaslar bütünüdür. Aksi halde kapitalist veya sosyalist iktisadi sistemin ruhunun bir yansıması olarak tezahür eden problemlere ve teşkil eden ilkelere İslami pencereden bakmaya çalışmak bu konuda kırılma noktası olacaktır.

İslâm’ın iktisâdi esasları bağlamında çizilebilecek genel çerçeveyi anlayabilmek adına atılacak en önemli adımlardan bir tanesi mülkiyet yaklaşımına dair esasları ortaya koyabilmektir. İnsanların maddi ihtiyaçlarını karşılaması adına harcamalarda bulunabilmesi yani kaynaklar kullanılarak üretilen mal ve hizmetleri satın alabilmesi için belirli bir gelirinin olması gerekmektedir. Bu gelirin kaynağı yine insanların sahip olduğu üretim faktörlerinin üretim sürecine koşulması üzerinden elde ettiği faktör geliri olmaktadır.

Bu gerçeklikten dolayı mülkiyet kavramı sadece iktisâdi düzlemde tartışılmakla kalmamış etkileri itibariyle sosyal çevreye sirayet ettiğinden dolayı içtimaî, siyasî ve felsefî bağlamda birçok düşünce ve anlayışın merkezinde yer almıştır.

Emek, fiziki sermaye ve toprak olarak adlandırabileceğimiz kaynakların yani üretim faktörlerinin sahipliğini ifaden eden mülkiyet anlayışı kapitalist iktisadi sistemde kendisine özel mülkiyet çerçevesinde yer bulmuştur. Özel mülkiyet ilkesi çerçevesinde üretim faktörlerinin mülkiyeti bireylerin yahut bireylerin kurduğu firmaların mülkiyetindedir. Bireyler, mülkiyeti altında olan kaynakları dilediklerince tasarruf etme ayrıca miras bırakabilme hakkına sahiptir. Kapitalist iktisadın farklı bedendeki ruhunu yansıtan Marksist iktisat ise ortak mülkiyeti benimser.

Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı Allah’a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir. (Mâide Suresi,17. Ayet)

Oysa mutlak manada mülkiyet yalnızca Allah Teâlâ’ya aittir. İnsan ise Allah Teâlâ’nın bu yeryüzündeki halifesidir. Dolayısı ile kulun sahip olduğu mülk ancak ona Allah Azze ve Celle tarafından verilen bir emanet olduğundan insanın nisbî bir mülkiyet hakkı bulunur. Bu doğrultuda kul, sahip olduğu mülkü ancak Allah Teâlâ’nın rızasını elde etmek amacı doğrultusunda kullanabilir.

Şeriatta şu senindir bu benim

Tarikatta hem senindir hem benim

Hakikatte ne senindir ne benim

Yani ne demek istiyorum?

Öyle ki insanın hem kendisinin hem de ailesinin geçimini sağlayabilme adına sahip olduğu mülkü kullanarak üretim faaliyetlerinde bulunmasını değerli kılan husus bu süreci; Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaya yönelik bir vesile görmek, üretim faaliyetlerinde dünya üzerinde refaha erişip böylece âhiret yurdunda felâha kavuşabilme amacını taşımaktır.

Bu haftaki yazıma son verirken, geçtiğimiz Cuma günü emaneti teslim ederek Hakk’a yürüyen dava adamı, değerli büyüğümüz ve çok kıymetli ağabeyimiz Oğuzhan Asiltürk’e Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Kabri pür nur, makamı âli, mekanı cennet olsun...