Lise 1. sınıfta yaptığım haylazlıklardan sonra ailem beni okuldan almıştı. İki yıllık inşaat işçiliğinden sonra ağlaya sızlaya yeniden okuma izni alabilmiştim. İnşaattan kazandığım parayla yurtta kalacak ve lise 1. sınıftan okula başlayacaktım. Okulum tasdiknamemi vermediği için başka bir okulda değil; arkadaşlarımın üçüncü sınıfa gittikleri lisede okuyacaktım. Okula kabul edilmem de hayli zor oldu. Beni tanıyan idareciler okula almamak için epey uğraştılar. Hatta en sonunda bana yeminler ettirip, haylazlık yaparsam okuldan atacaklarını bile söylediler. Tabii onlar benim inşaatta burnumun ne kadar sürtüldüğünü bilmiyorlardı. Kaç gece okula dönmek için ağladığımı da bilmiyorlardı. Her şey yoklama defterine benim de adım yazılsın içindi.

O yıllar sanki hiç yaşanmamış, bir kuru düşmüş gibi geride kaldı. Üzerinden sanki binlerce yıl geçti. Şimdilerde sınıflara giriyorum, ders veriyorum, sınıf yoklama defterini önüme alıp çocukların isimlerini okuyorum. Daha çok ders biterken yapıyorum bunu. Ama her nedense iki yıldır yoklama defterini açarken elim geri geri gidiyor. Biliyorum ki her sınıfta en az üç ya da dört tane sürekli devamsız çocuk ismi var: Ali el Faruk, Zolfa, Hadice, Mohammad (…) ve devam ediyor isimler. Biliyorum, bu isimler Türkiye’de çocuklara verilen isimlere benzemiyor. Oysa çok tanıdık. Evet, biliyorum vicdanını yoklama defterinden silmiş olanlar için bir anlamı olmayan milyonlarca isimden birkaçı bu isimler. Evet, biliyorum, bu çocuklar Suriyeli. Evet, biliyorum birçoğunuzun sosyal medya yoluyla tartışırken bir isim olarak dahi görmediğiniz insan isimleri.  Bir başlık altında yok edilen isimler. Ancak sosyal medyada ünlenecek bir acı yaşarlarsa isimleri olan çocuklar: Aylan Kurdi gibi.

Bazen, hatırlanmak, bilinmek için sıranın dışına çıkmak gerektiğini söyler gizli yasalar. İstatistiklerin, tanımların, şablonların dışına çıkmak için bazı çocukların ölmesi bile yeterli değil günümüzde. Organ mafyasının kaçırdığı, pedofili manyağı çok gelişmişler için kullanılan, başlık parası için sömürülen, iç savaşlarda harcanan, karın tokluğuna çalıştırılan çocukların isimleri yoktur. Sayıları vardır ve sayıları da belli bir orana ulaşmayınca kimselerin dikkatini çekmez. Oysa her yoklama defterini açtığımda sürekli devamsız olan o çocukların nerde oldukları, olabileceklerini soruyorum her zaman kendime. Diğer çocuklara, derslere devam eden hemşehrilerine sorduğumda birçoğu boyunlarını büküyor, bir kısmı, “Bilmiyoruz öğretmenim” diyorlar. Onları da üzmek istemiyorum. Mesela geçenlerde Tasnim’e hangi şehirde doğduğunu sordum, “Şam hocam” dedi. Bir garip oldum. Damascus şarkısı aklıma geldi, Lena Chamamyan’ın söylediği. “Dilim kopaydı, Şam’ı özledin mi kızım?” dedim. Kızcağız gözünü benden kaçırdı, başını masaya yasladı. Sustum. İçimdeki tüm kelimeler sustu. On iki yaşındaki bir kız çocuğunun kalbini kırdım. İçindeki şamdanları kırdım. Babasının şehrini kırıp döktüm.

Kosova’ya görevli olarak gittiğim sene ailemle birlikte gitmiştim. Çocukları haliyle okula verdim. Ama sadece seçmeli dersleri Türkçe’ydi. Geri kalan dersler İngilizce ve Arnavutça’ydı. Neyse… Aylar sonra küçük kızım ve eşim Türkiye’ye gitmeleri gerekti. Uçaktan indiklerinde, havalimanın küçük kızım annesine, “Türkçeyi çok özlemişim anne!” demiş. Annesi de “Türkiye’yi mi Türkçe’yi mi özledin?” diye sormuş. O da, “Türkçe’yi!” demiş. İnsanın anavatanı diliymiş. Tasnim, ülkesini dilinde taşıyordu. Ve o dili konuşacağı bir sınıfta değildi. Hatta o sınıfta olması gereken arkadaşlarının çoğu da sürekli devamsızdı…

Sürekli devamsız olan çocuklar nereye giderler?

Yoklama defterinde varolan çocuklar hayatta da var olurlar mı?

İnsan, öldüğünde gömüleceği yeri bilmiyorsa yurtsuzmuş. Kimsesizmiş. Vatansızlık… Yoklama defterinden silinecek kadar vatansızlık… Ülkesinden, vatanından kovulan insanlar dillerine sığınırlarmış. Ya sığınacak bir dil bulamazsa Ali el Faruk, Mohammad, Hadice, Tasnim, Zolfa ya da Zeki?!

Bugün de, yarın da, diğer gün de yoklama defterini açacağım. Hep aynı ızdırapla açacağım. Yıllar önce listede adı olduğu halde okula gelemeyip Kadıköy’de çiçek satan Roman öğrencim Gülhan’ın adını gördüğümde içim sızladığı gibi sızlayacak kalbim.

Kalbim, adı bile olmayan çocukları düşündükçe…