"- İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ın rızasını almak için kendini satar, (feda eder). Allah da kullarına pek şefkatlidir." (2 Bakara 207.)    

Şefkate erişmek için, rızaya kavuşmak gerek... Ya da başka bir ifadeyle; Allah’ın hoşnutluğunu kazanan, şefkatine de ulaşmış demektir O’nun...

Sahabe bu konuda da önder ve örnek durumdadır bizler için. Bütün baskı ve işkencelere rağmen inandılar, hicret ettiler, savaştılar ve can verdiler. Onların âleminde nice hayret verici tablolara rastlamak mümkündür kardeşlerim.

Bir Mûte harbi vardır ki, hakikaten hayrete değer tablolarla dopdolu. Yüz bin kişilik düşman ordusuna karşılık, kaç tane İslâm askeri vardı bilir misiniz? Sadece üç bin kişi...

“Mûte’ye gönderilen İslam ordusu kumandanlarının, durum değerlendirilmesi neticesinde, savaş kararına varmaları ve askerlerin bütünüyle bu kararı sevinçle paylaşması hadisesi, İslam Tarihinin en önemli olayları arasında sayılmalıdır.

Bu olay, İslâm’da vazife anlayışının ve sorumluluk duygusunun, tarihteki en müşahhas örneklerinden biridir. Düşünülsün ki İslâm ordusu, kendisinden 33 kat daha çok ve araç-gereç bakımından güçlü bir orduya karşı savaş kararına varmıştır...

Bu kuvvet, bu cesaret nereden geliyordu?

Bir kişinin 33 düşmanla vuruşmayı göze alması, kendi ölümüne imza atması anlamına gelmez miydi?

Bir kere bu; ölüm değil, şehadetti. Ve bu kararın alınmasında etkili isimlerden biri olan Abdullah b. Revaha Hazretleri, “Asıl gayemiz zafer değil, şehit olmaktır. Sonucu şimdiden bilmeyiz, biz vazifemizi yapmak durumundayız. Biz ganimet için değil, düşmanla savaş için yola koyulduk. Peygamber’in (sav) bize tevdi ettiği vazife budur” derken bütün İslâm ordusunu saran şehadet hissini dile getiriyordu.

ŞEHİT OLMA ARZUSU

Demek ki şehitlik arzusu, İslâm askerlerinde bir manevi bayraktı, kutsal bir sancaktı ve bu mana ruh dünyasında dalgalanıyordu.

Hz. Peygamber’in (sav) ocağında, emir ve vazifeler önünde tereddütler geçiren nesiller değil; kararlı, azimli, umutlu, inanmış kişiler yetişiyordu.

Kısacası, Ashab-ı Kiram’ın vazife telâkkisi, zoru görünce kaçmaya izin vermiyordu. Mûte’deki savaş kararı; Peygamber’e itaatin, O’nun emrini hakkıyla yerine getirmenin, fedakârlığın, dostluğun, vefakârlığın canlı bir örneği olarak tarihe geçti.” (Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, I, 475.)

Savaş bütün dehşetiyle başladığı zaman Hz. Peygamber (sav) Efendimiz, İslâm Ordusunun komutanlarını Mescid-i Nebevi’de şöyle haber veriyordu:

“- Zeyd sancağı eline aldı. Şimdi Zeyd vuruldu, şehit düştü. Sonra Cafer aldı. O da şehit oldu. Sonra bayrağı Abdullah b. Revaha aldı, o da şehit düştü.”

Allah’ın Rasûlü, sonucu hakkında ise, şöyle buyuruyorlardı:

“- Sonunda sancağı Allah’ın kılıçlarından bir kılıç (Halid b. Velid) aldı. Nihayet Allah, mücahitlere fethi müyesser kıldı.” (Buhari, Tecrid-i Sarih Tercemesi, X, 290.)

SAHABEYE ÖVGÜ

Bir eli kesilince, diğeriyle tutan, o da kesilince sancağı dişleriyle kavrayan bu iman abidelerine, nasıl hayran olunmaz ki? Bakınız onların övgüsüne, onların haline:

 “- İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler; şüphesiz bunlar, Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, ğafûrdur, rahimdir.” (2 Bakara 218.)             

Bir başka ayet-i kerimede ise, Kâinatın Eşsiz Önderi, Efendiler Efendisi ile beraber cihad edenlerin, nasıl O’nun rızasına ulaştıklarını belirten manâlar görüyoruz: 

“- Fakat Peygamber ve O’nunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihat etiler. İşte bütün hayırlar (dünyada zafer, âhirette cennet) onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Allah onlar için, içinde ebedi kalacakları ve içinde ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (9 Tevbe 88–89.)

Aynı sûrede Yüce Rabbimiz, Bedevîlerin, tahlilini ve durumlarını haber verir de, onların övgüye layık olan gerçek iman sahiplerini şöyle belirtir:

“- Bedevîlerden öylesi de var ki, Allah’a ve âhiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine gark edecektir. Çünkü Allah çok bağışlayan, ziyade esirgeyendir.” (9 Tevbe 99.)

CANI VE MALI ALLAH’A SATMAK

Mü’minin mal ve canını Rabbine satması ne demektir, diye şöyle bir düşünelim kardeşlerim. Hakikaten çok büyük bir hakikat ve eşsiz bir karlı alış-veriş bu. Zaten can da O’nun, mal da O’nun. O’nun olan şeyleri yine O’na iade etmek en tabii bir şey değil mi?

Akabe biatı sırasında, Medine’den iman etmek üzere gelen kişilere Efendimiz (sav) “Allah’a ibadet ederek, O’na hiçbir şeyi eş tutmamalarını, kendisini de, canlarını ve mallarını korudukları gibi korumalarını” şart koşmuşlardı. Onlar da:

“Karşılığında ne var?” diye sorduklarında ise:

“Cennet vardır” buyurmuşlardı Allah’ın Rasûlü (sav).

Bu cevaba çok sevinen Ensar; “Ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz ne de dönülmesini isteriz” dediler.

İşte bu hadise üzerine inen ayet-i kerime:

“Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaattir.

Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin! İşte bu, büyük kurtuluştur.” (9 Tevbe 111.)

SÖZÜNDE DURANLAR

Aşağıda zikredeceğimiz şu hadise ve devamında gelen ayet-i kerime, gerçekten yukarıda geçen ayetlerin büyük bir ispatıdır. Enes (r.a.)’ın bize naklettiği hadis-i şerif de şöyledir:

“Amcam Enes b. Nadr Bedir savaşında bulunamamıştı. Bundan dolayı Peygamberimize;

“-Ey Allah’ın Rasûlü! Müşriklerle yaptığınız birinci savaşta bulunamadım. Eğer Allah beni müşriklerin harbinde hazır kılarsa, (O’nun için) ne yapacağımı görür,” dedi. Uhud harbi günü olduğu ve Müslümanlar bozguna uğradığında, Rasûlullah (s.a.v.) ashabını kastederek;

“Ey Allah’ım! Bunların yaptıklarından Sana özür dilerim.” Müşrikleri göstererek;

“Bunların yaptıklarından da uzağım, dedi. Sonra düşmana doğru öne atılıp S’ad b.Muaz’la karşılaştı da;

“Ey Muaz’ın oğlu Sa’d! Cennet’e koş! Nadr’ın Rabbine and olsun ki ben, cennetin kokusunu Uhud’un yakınından alıyorum”, dedi. Sa’d; “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben (Enes b. Nadr’)ın yaptığına güç yetiremedim, dedi. (Enes (r.a) şöyle devam eder):

 -Biz Amcamı kılıç darbesi, mızrak saplanması ve ok(ların) batmasından dolayı, sekseni aşkın yara içinde öldürülmüş bir halde bulduk. Müşrikler ona müsle (kulak, burun, dudak ve eller kesmek gibi) yapmışlardı.Onu ancak kızkardeşi, parmaklarından tanıyabilmişti.( Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu):

“-Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran, nice erler vardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir.

Niceleri de (şehitliği) beklemektedirler. Onlar hiçbir şekilde ahitlerini değiştirmemişlerdir.” (33 Ahzab 23.)

Ayetin, Amcam ve benzerleri hakkında indiğini görüyoruz,(sanıyoruz).” (Buhârî, cihâd 12; Müslim, imâre 148; Tirmizî, tefsîr 34.)

Hadis-i şerife dikkat edilecek olursa, Enes b. Nadr (r.a.) in yeni bir savaşta Allah için büyük bir gayretle dövüşeceğine dair, inandırıcı sözüne rastlamaktayız. O bunu, savaşta fazlasıyla ispat etmişti.

Yine O’nun gibi söz verip de şehitliğe ulaşamayan, fakat halâ sözünde sebat ederek, iç yangınıyla o yüce mertebeyi gözetleyen erler de vardı. İşte ayet-i kerime o en kıymetli asrın, en kıymetli insanlarını böyle haber veriyor.

O insanlar ve onların yolunda yürüyenler asırlar boyu, bu hakikati canlı tutmaya çalışmışlardır. Zira şehitlik büyük bir makamdır, lûtuf ve zenginliktir.

HANGİ İNSAN DAHA FAZİLETLİDİR

Ebû Zer (ra) den gelen bir hadis-i şerif şöyledir:

Ebû Zer sorar: “- Ya Rasûlallah, hangi iş daha faziletlidir? Rasûl-i Ekrem:

-Allah’a inanmak ve O’nun yolunda cihat etmektir” buyurdular. (Buhârî, ıtk 2, keffârât 6; Müslim, îmân 136.)

Ebû Said el-Hudrî’ den gelen bir rivayet ise şöyledir:

“Rasâlullah (sav) e bir adam geldi:

-Hangi insan daha faziletlidir, diye sordu:

Allah’ın Rasâlü: Allah yolunda canı ve malı ile cihat eden mü’mindir, buyurdu. O kimse:

- Sonra kim, dedi. Efendimiz:

-Dağ aralıklarından birinde Allah’a ibadet eden ve insanları şerrinden uzak tutan mü’min,” buyurdu. (Buhârî, cihâd 2, rikâk 34; Müslim, imâre 122–123.)

Görüldüğü üzere cihat, yalnız başına yapılan ibadetten, daha üstün bir ibadet olarak belirtilmektedir.

Sâf Sûresi’nde büyük ve kârlı, aynı zamanda kişiyi büyük bir azaptan kurtaracak ticaretten bahsedilir: 

“- Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?

Allah’a ve Rasûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız.

Eğer bilirseniz ki bu, sizin için daha hayırlıdır.” (61 Sâf 10–11.)