İç ve dış faktörlerin etkisiyle finansal anlamda birçok risk olgusuyla karşı karşıya kalmış bir süreç içerisinden geçmekte olan bir ekonomik yapıya sahip durumdayız.

Risklerin üzerinde son derece iyi çalışılarak alınacak önlemler anında ve zamanında uygulanmaz ise risklerin hacimce büyüdüğünü sonunda da içinden çıkılmaz bir hal aldığını görebiliriz.

Böyle bir hal ile karşılaşmamak için öncelikle risklerin neler olduğunu gerçekçi bir yaklaşımla belirlememiz gerekmektedir.

Ekonominin genel gidişatına baktığımızda gelir-gider dengesindeki bozulmanın çok aşikâr bir derecede büyüdüğüne maalesef şahit oluyoruz.

Bu büyümenin sebeplerine indiğimizde karşımıza çıkan risklerin finansal anlamda ne ifade ettiklerini tanımlayabilmeliyiz ki çözüm yollarını objektif olarak belirleyebilelim.

Gelir-gider dengesinin bozulmasındaki en önemli etken enflasyonun hızla yükselişe geçmesidir.

Öyle ki kişilerin aldığı ürünlerin ve hizmetlerin neredeyse tamamının fiyatında ciddi artışlar yaşanırken gelirlerinde aynı oranda yükselişin olmaması dengenin bozulmasına sebep olmaktadır.

Özellikle pandemi süreciyle birlikte global ekonomide yaşanan aksaklıklar ve sorunların yerel ekonomilere yansıması da son derece fazla olmuştur.

Hele ki yerel ekonomilerde yaşanan sorunlar fazla ise bu yansımanın katsayısı da o derece yüksek olmaktadır.

Enflasyon konusunda daha önceki süreçlerin tam tersi bir durum olarak enflasyon hem dünyada hem de ülkemizde yükseliş durumundadır.

Bundan önceki periyotlarda dünyada enflasyon görülmezken ülkemizde enflasyon görülüyordu.

Ama şimdi enflasyondaki artış tüm dünya ülkelerinde yaşanmaktadır ki özellikle gelişmiş ekonomilerinde en önemli finansal sorunu haline gelmiş durumdadır.

Enflasyonun yanında ülkemiz için çok ciddi bir diğer risk faktörü de dolar kuru olarak karşımızda durmaktadır.

İthalata dayalı bir ekonomik yapıya sahip olmamızdan ötürü üretimde kullandığımız hammaddelerin birçoğunun yurtdışından gelmesi doların kurundaki en ufak bir oynamanın fiyat yükselişi olarak ürünlere yansımasına sebep olmaktadır.

Dolayısıyla kuru yükseltecek her türlü yaklaşımdan uzak durmamız ekonomimizin daha sağlam temellere oturmasına vesile olduğundan kur-enflasyon-faiz sarmalına çok ama çok dikkat ederek hareket alanımızı belirlemek en önemli görevlerimiz arasında yer almaktadır.

Ekonomi yönetiminin bu konuda sadece bilgi sahibi olması değil önlemler setini uygulamaya koyması ve piyasanın bu anlamda düzlüğe erdirilmesi yönünde mekanizmaları hayata geçirmesi son derece ama son derece mühim bir konudur.

Şayet mekanizmaları bu yönde hareketlendirme olmaz ise bir sonuca varmak mümkün değildir.

Finansal piyasalardaki tüm kurum, kuruluş ve organizasyonların bu üçlü sarmalın ekonomiye zarar vermeyecek yönde hareketlendirilmesi ekonomi yönetiminin en asli sorumlulukları arasında yer aldığından bu hususa çok dikkat edilmelidir.

Bir diğer önemli finansal risk unsuru ise ülkemizin kredi risk primidir. Bu risk priminin diğer adı CDS’dir.

Türkiye’nin kredi risk primi 432 seviyelerindedir ki çok çok yüksek bir seviyedir. Bunun normali 100-150 aralığıdır ki biz en yüksek seviyenin bile yaklaşık 3 katı bir büyüklükte prim seviyesine sahibiz.

Bu risk primini hızlıca arzu edilen normal seviyelere döndürmek durumundayız ki ekonomi sağlam temellerin üzerine oturtulmuş olsun.

Önemli 3 risk üzerinde bahsettiğimiz şekilde çalışıldığında daha sağlam, daha sosyal refahın arttığı ve gelir-gider dengesi arasındaki uçurumun azaldığı bir ekonomik yapıya ulaşabiliriz.

Çalışılmaz ise de ekonomik yapımız daha da bozulmuş bir yapı ile yoluna devam etmek zorunda kalabilir.