Yunanistan, politik ve askeri açılardan güçlü devletlerle ittifaklar kurmayı, dış politika tercihi haline getirmiş küçük ve zayıf bir ülke. Yunan dış politika yapım süreçlerinde rol alanların, ülkeyi tehlikeli ve istikrarsız bir mahallede varlık savaşı veren bir profil içerisinde tutma gayreti, şüphesiz ülkenin milli menfaatlerine zarar veren bir tutum.

Bir kere Atina’nın Doğu Akdeniz ve Ege’de savaş tamtamları çalması, adaları gereksiz ve hukuksuz bir şekilde silahlandırması, her şeyden önce ekonomisi büyük oranda turizme bağlı olan Yunanistan’ın çıkarına olmayacaktır.

Türkiye ve Yunanistan’ın iş birliği yapabileceği birçok ortak alan bulunmasına karşın, Atina’nın Fransa’nın dümen suyuna girmesi ve kendi hayati çıkarlarını Paris’in çıkarlarına denkleştirmesi, Yunan halkı tarafından enine boyuna tartışılmalıdır.

Bugün itibariyle bağımsız bir Yunan dış politikasından söz etmek oldukça güç bir durumdur. Başta Fransa olmak üzere birçok Avrupalı devlet, asırlar boyunca Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı tampon bir ülke olarak kullanagelmiştir. Bu vaziyet Atina’nın bağımsız dış politika izlemesini engelleyen en büyük faktördür.

Şurası çok açıktır ki Avrupalı devletler için önemli olan Yunan halkının hak ve menfaatleri değil kendi vatandaşlarının çıkarlarıdır. Haliyle bu durum Yunanistan’ın dünya sahnesindeki zayıflığını daha da belirginleştiren bir tablonun ortaya çıkmasını sağlıyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda Faşist İtalya ile Nazi Almanya’sının işgaline uğrayan, ekonomisi çöken, iç savaşa sürüklenen, işgal ve diğer koşullar nedeniyle yüzbinlerce insanını Büyük Açlık’ta kaybeden Yunanistan’a, Türkiye donanmasını değil yardım gemilerini göndermişti. Demek ki Türkiye Yunanistan’ı işgal etmek için pusuda bekleyen bir ülke değil.

Kızılay’ın organize ettiği yardım gemileri sayesinde bir nebze olsun rahat nefes alan Yunan halkının bu trajedisi yine Kızılay’ın girişimleri neticesinde tüm dünyaya duyurulmuştu. Bu sayede işgal ve kıtlıkla mücadele eden Yunanistan’a geniş çaplı yardım kampanyaları başlatılmıştı. Peki tüm bu felaketlere Türkler mi neden olmuştu?

Bugüne dönecek olursak, Atina’ya göre Türkiye, yalnızca Yunanistan ve Rum kesimini değil aynı zamanda Avrupa Birliği’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini tehdit ediyor. Diğer taraftan Türkiye’yle herhangi bir iş birliğini kabul etmeyeceğini beyan ediyor ve ekliyor, “Türkiye’yle diyalog kurmak egemenlik haklarımızdan taviz vermektir.”

Yunan basını zaten rasyonalitesini tamamen yitirmek üzere. Basın özgürlüklerini paranoyadan yana kullanıyorlar. Bu hususta sınırsız bir özgürlük alanları var! Basında yer alan yazılara baktığımızda, hep bir ağızdan, “Fransa ve Amerika’yla anlaştık; İsrail ve Yahudi lobisi arkamızda, Mısır kadim dostumuz, Katar hariç diğer Körfez Arap ülkeleriyle sıkı bir diyalog halindeyiz. O halde neden Türkiye’yle anlaşalım, o düşünsün! Tüm mantık burada kilitlenmiş vaziyette.

Açık söylemek gerekirse, her ne kadar tüm bu siyasi kamplaşmalara dayalı siyaset, güç politikasının birer parçası gibi algılansa da bu bir duygusal yanılsama. Öncelikle 2018-2020 yılları arasına damga vuran bölgesel restleşmelerin yakın gelecekte büyük bir kısmının yumuşayacağına ve ardından kabuk değiştireceğine ilişkin güçlü sinyallerin Atina’ya ulaşmaması oldukça ilginç.

Belki de bunun nedeni Atina’nın Fransa’nın uydusu haline gelmesidir. Ekonomiyi Almanlara, dış politikayı Fransızlara, güvenlik ve savunmayı da Amerikalılara ihale eden Yunanlılara bu aşamada düşen kendi kaderine razı olmaktır. Ne demişler, kendi düşen ağlamaz!