Kopernik’in ‘Gök Cisimlerinin Devrimi Üzerine’ kitabı, Dünya Merkezli Evren Modeli’ni yıkarak modern insan trajedisinin başlangıcı oldu.

Kitap, yalnızca astronomiyle ilgilenenler tarafından anlaşılsın diye yazılmış ve üstelik Papa’ya ithaf edilmişti.

Kitaba önsöz yazan ilahiyatçı Andreas Osianderön’ün Papa’dan Kopernik adına özür dilemesi tepkilerin şiddetini azaltmıştı.

Fakat Bruno, Kopernik kadar şanslı değildi.

Sadece Kopernik’ten değil Müslüman gökbilimcilerinden de etkilenen Bruno, Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü, bir Güneş sistemi değil daha fazla Güneş sistemi hatta galaksilerin olduğunu savunuyordu.

Dünyayı Güneş sistemindeki herhangi bir gezegen seviyesine indiren bu görüş kiliseye göre, ‘Göklerdeki Baba’nın kutsallığına ve hükümranlığına bir saldırı, otoritesine bir başkaldırıydı.

Kilise, şirk olarak ilan ettiği bu düşüncelerin kökünü kazımak için Bruno’yu kazığa oturttu ve diri diri yakarak öldürdü.

Sonra gelen Galileo, bir gökbilimci olarak, ikisi de ilahiyatçı olan Kopernik ve Bruno’nun teorilerini gözlemleriyle ispatladı.

‘İki Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog’ kitabındaki görüşleri sebebiyle Engizisyon mahkemesinde yargılandı.

Delalet içinde olduğuna hükmedildi. Tövbe etmeye ve yazdıklarından caymaya zorlandı.

Tövbe ederek kilisenin görüşlerine boyun eğdi, ölümden kurtuldu. Hayatının geri kalan kısmında ev hapsine mahkûm edildi.

Galileo’nun ölümden kurtulduktan sonra, Dünya’nın Güneş etrafında ‘ben dönmüyor desem de dönüyor’ diye fısıldadığı söylenir.

Güneş Merkezli Evren Sistemi, Dünyayı aleladeleştirince, insanın ‘Yaratılmışların en şerefelisi - eşrefi mahlûkatlığı’ da sorgulanmaya başlandı.

İnsanın mahlûklardan bir mahlûk olduğunu ispat etmeye çalışan görüşler ortaya çıkmaya başladı.

Bu yeni görüşler ile dünyanın başına gelen, insanın da başına geliyor ve insan, Tanrı’nın seçkin kulu mesabesinden yaratılmışlardan bir yaratık seviyesine indiriliyordu.

Evrende Dünyanın aleladeliğinden, Darwin’in tür olarak hayvanın devamı olduğu görüşüyle insanın dünya üzerinde aleladeliği düşüncesine geçildi.

Böylece insan da tahtından indirildi, canlılardan bir canlı haline getirildi ve insanın metafizik anlamı yok edilerek Tanrı ile insan arasındaki kutsal bağ kopartılıp atıldı.

Dünya hayatında, iyi ve kötüyü ayırt etmeyi sağlayan günah ve sevabın da pek bir anlamı kalmamış oldu.

Tanrının gözdesi İnsana öldürücü son darbeyi Freud vurdu.

Ona göre türler arasında en gelişmişi olan İnsanın davranışlarına yön veren bilinçaltıdır.

Bilinçaltı hayvan ile insan arasındaki evrim bağının sürekliliğini sağlayan, hayvanlarda içgüdü dediğimiz şeyin evrimleşmiş ve daha karmaşık hale gelmiş olan hafıza merkeziydi.

Ya da İnsana yön veren bilinçaltı, bilincin altında değil dışında ve bilinci tesiri altında tutan hayvani insiyakların evrimle gelişmiş bir sürümü…

Darwin ile insanın bir hayvan türü olduğunu ispata çalışan Maslow arasında 88 yıl var.

Darwin, Temel İhtiyaçlar Piramidi sistematiğini görseydi herhâlde Maslow’u alnından öperdi.

Metafizik bir ihtiyacı olmayan, tamamen hayvani içgüdülerle yaşayan insanın ömrü Maslow’a göre şu ihtiyaçlara göre tamamlıyor;

Fiziki İhtiyaçlar; nefes alma, yeme, içme, uyuma, haz alma…

Güvenlik İhtiyaçları; beden bütünlüğü, barınma, korunma…

Sosyal İhtiyaçlar; sevmek ve sevilmek; arkadaşlık, aile, mahremiyet…

Saygınlık İhtiyacı; statü, başarı, itibar, tanınma…

Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı; erdemli olma, problem çözme, gerçekleri kabullenme…

Bakın ruhsuz insanın, İsa çarmıha giderken dudaklarından dökülen şu cümleleri söylemeye artık ne hakkı ne mecali kalmış;

“Tanrım beni neden terk ettin?”

İşte size modern insanın çok kısa varoluş trajedisi;

“… kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz

Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz …”