Türk tarihinin her döneminde büyük kahramanlık destanları yazan dedelerimizin unutulmaz zaferlerinden biri de 1916 yılında kazanılan Kut-ül Amare Zaferi’dir. İngiliz tarihçiler tarafından unutturulmaya çalışılan ve ülkemizde bir zamanlar “Kut Bayramı” olarak kutlanan bu zaferi ve sonrasını bugün sizlerle masaya yatıracağız.

Kıymetli dostlar, öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

Tarihin her döneminde kahramanlık destanları yazan dedelerimizin unutulmaz zaferlerinden biri de 1916 yılında kazanılan Kut-ül Amare Zaferi’dir. Ancak ne yazık ki İngiliz tarihçiler tarafından “İngiliz tarihinin en aşağılık şartlı teslim oluşu.” olarak ifade edilen bu zafer, hatta ülkemizde bir zamanlar “Kut Bayramı” olarak kutlanan bu zafer yıllarca bize unutturulmaya çalışıldı. Elhamdülillah, birçok milli meselede gösterilen hassasiyet 2016 yılında zaferin 100. yılında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde yapılan özel çalışmalarla tekrar tüm dünyaya duyuruldu. Bugün sizlerle bu büyük zaferden ziyade zaferden sonra neler yaşandı onları değerlendirelim istedim.

Kendi yazdıkları senaryoyu oynadılar

Bu zaferden sonra Avrupa adeta ikiye bölünmüştü. Bir tarafta Osmanlı Devleti ve müttefiklerinin bu zaferi olabildiğince duyurma çabaları varken diğer tarafta da bu zaferin küçümsenmesine yönelik kamuoyu çalışmaları tüm hızıyla devam ediyordu. İngiltere ve müttefikleri hasta adam dedikleri Osmanlı karşısında aldıkları tarihlerinde eşi benzeri olmayan bu büyük yenilgiyi kabul etmek istemiyorlar ve bu zaferin duyulmaması itibarsızlaştırılması için kara bir propaganda çalışması yürütüyorlardı. Özellikle İngiliz ve Fransız vatandaşları üzerinde algı oluşturmak adına basın yolu kullanılıyor bu yolla General Townshend’ın göstermiş olduğu direniş övgü ile bahsedilerek bunun bir başarı olmadığı ve önemsiz ufak bir yenilgi olduğu anlatılmaya çalışılıyordu. Sadece basın yolu ile değil İngiliz parlamentosu da bu kuşatmada General Townshend’ın göstermiş olduğu direnişi adeta bir kahramanlık destanı olarak göstererek kendi yazdıkları senaryoyu hep birlikte oynuyorlardı. Çünkü bu onlar için İngiliz kraliyet ailesinin itibarıydı. Gelecek nesillere bu yenilgilerden kesinlikle bahsedilmemeli ya da İngiliz politikaları doğrultusunda aktarıldığı kadar bilinmeliydi. Eğer bu yenilgiler Türk ve Müslüman kaynaklara onların müdahalesi dışında geçerse Osmanlı padişahından kurtulsalar dahi asıl hedefleri olan İslam Halifesinden kolay kolay kurtulamazlardı.

Yeni dünya düzeni!

Avrupa’da Coğrafi Keşifler ve Sanayi Devrimi ile başlayan Sömürgecilik hareketi ile Osmanlı Devleti’nin dünya üzerinde tesis ettiği “Hoşgörü Politikası” artık bu yeni dünya düzeni önünde de büyük bir engeldi. Yeni Dünya düzeni sömürüyü, kavmiyetçiliği ve zulmü hedeflerken Osmanlı Devleti özgürlük, hoşgörü ve insan hakları gibi kavramlarını savunuyordu. Aynı zamanda Avrupa’nın gözünü çevirdiği yeni zenginlik kaynağı olan petrol de büyük çoğunlukla Müslüman ülkelerin topraklarındaydı. İşte bu sebeple Hedef sadece Türkleri Anadolu’dan atma düşüncesi değil bunun yanında “Müslümanların başındaki Halife’yi ortadan kaldırmak” ve Müslümanları parçalamak olarak değiştirilmişti. Çünkü Osmanlı Devleti her ne kadar yıkılacak olsa da Türklerin elinde bulunan bir Halifelik makamı bu yeni Sömürü düzenini ilerde çok büyük zora sokabilirdi. Müslüman halkın birlik ve beraberlik içinde hareket etmesine sebep olabilirdi. Hatta savaş meydanında sayısız silah üstünlüğü ile alınan bu yenilgiler duyulursa “Cihad Ruhu” tekrar bu emperyal güçlere karşı canlanabilirdi.

Çanakkale Zaferi unutturulmaya çalışıldı!

Yeni dünya düzeninin sömürgeci ve emperyal güçleri bu sebeple daha savaş devam ederken özellikle Çanakkale cephesi ve Kut’ül Amare’de aldıkları yenilgilerin izlerini silmek için birçok girişimde bulundular. Başta bu büyük zafer gizlenmeye üzeri örtülmeye çalışıldı. Türk gençlerinin bu zaferden haberdar olmamaları için Çanakkale Ruhunun içi boşaltılmaya çalışıldı yalan yanlış bilgilerle kazanılan zaferin altında yatan asıl güç olan “İman Gücü”nü ortadan kaldırmak ve bunu duyurmamak için koskoca Çanakkale Zaferi’ni kitaplarda bir iki cümle ile anlatmaya kalktılar. Çanakkale gazilerimizi yok saydılar büyük çoğunluğu açlık ve sefalet içinde bir hayat yaşadı. Çanakkale kahramanlarını ve Çanakkale Zaferi’ni hatırlatan her şeyi ortadan kaldırmaya niyetliydiler. Çanakkale’nin kaderini değiştiren ve Çanakkale Ruhu’nun sembolü olan Nusret Mayın Gemisi’ni jilet yapmaya dahi kalktılar. Yıllarca kahraman şehitlerimizin kemiklerini etrafa savurdular. Kendileri için dini tören düzenlemeyi yasakladılar. Çanakkale Gazisi olan 6. Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut Paşa tarafından etrafa saçılan şehit arkadaşları ve askerlerinin kemiklerinin toplatılıp bir anıt yapılmasını içlerine sindiremediler. Genelkurmay Başkanlığı dâhil olmak üzere milletvekilliği ve bu ülkeye yaptığı onca hizmetten sonra 1960 darbesi ile “Vatan hainisin Vatanı sattın” diyerek döverek hapse attılar. Kahrından öldürdüler. 1950’li yıllara kadar Çanakkale’yi bırakın ziyaret etmeyi şehitler için dua etmek dahi yasaklanmıştı.

Peki ya Kut’ül Amare?

Kut’ül Amare’nin durumu da Çanakkale’den pek farklı değildi. Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa tarafından kazanılan ve Kut Bayramı olarak armağan edilen bu zafer ordu içinde bazı küçük etkinliklerle bir süre kutlanmıştı. Ancak Halil Paşa’nın istediği gibi Yasinler ve Tebareklerle değil.

Osmanlı Devleti’nin bütün izleri tamamen silindikten sonra özellikle 1930’lu yıllardan sonra batılı devletlerle iyi ilişkiler kurmak adına atılan adımlar kapsamında ise tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılmıştı. 1931 yılında liseler için yazılan tarih kitaplarında Kut’ül Amare Zaferi sadece 3 cümle ile geçilmişti. Nitekim bu büyük zafer bu kadar küçümsenmişken küçük te olsa askeriyenin içinde yapılan ve İngiltere’nin tarihindeki bu en aşağılık yenilgiyi anlatan törenler ilişkilere zarar verebilirdi. İşte bu sebepten dolayı özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın çatırtılarının duyulduğu bu dönemde bu kutlamalar artık yavaş yavaş ordu içinde de silinemeye başlanmıştı. Hatta İkinci Dünya Savaşı esnasında Türkiye’nin tarafsız kalması yönünde açıklamalar yapan Mareşal Fevzi Çakmak bile İngilizlerin baskısı ile İnönü tarafından görevden alınmıştı. Böyle bir süreçte Kut Bayramı’ndan söz etmekte yeni dostlarımızı oldukça kızdırabilirdi! Onlara göre bu bayram bir an önce kalkmalıydı ve öyle de oldu.

Türkiye’nin Batı politikasını değiştirmek!

Dönemin bir diğer geleneği ise Batı taraftarı olmayan, Batılı devletlerle iyi ilişkiler kurmayan onların yaptıkları hataları yüzlerine vuran ve halkın içinden gelen siyasetçileri bir şekilde ortadan kaldırma geleneğiydi. Bu kimi zaman faili meçhul cinayetlerle, kimi zaman da “Askeri Darbe” yöntemiyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştı. Vatanı işgalden kurtaran Birinci Meclisin dağıtılması ile başlayan bu süreç Anadolu insanının kalkınmasını sağlamaya çalışan Adnan Menderes ve ekibinin idamı ile devam etmiştir. Bundan sonra ne zaman Türkiye’nin Batı politikasını değiştirmeyi düşünen bir siyasetçi geldi ise hepsinin sonu birbirinin aynısı olmuştu.

Zaman içinde de süreç bu şekilde hiç değişmedi. 1989 yılında 8 tane akademisyenin bir araya gelerek yazdıkları İnkılap Tarihi kitabında Kut’ül Amare’den sadece 3-5 kelime olarak bahsedildi.

Anadolu Ruhu’nu bu milletin bağrından sökemediler

600 yıl boyunca dünyaya hükmeden İslam dünyasının koruyucusu ve kollayıcısı olmakla kalmayıp kendi inancı dışındakilere de kucak açan Osmanlı Devleti’nin elinde bulundurduğu tüm zenginlikler bir bir yağmalanmış Anadolu coğrafyasının çocukları kendi medeniyetlerinden uzaklaştırılmıştı. Artık bu coğrafyanın ekonomik, sosyal kültürel binlerce sorunu vardı. Ancak Bu milletin inançlı evlatları kendi üzerlerinde oynanan bu tarihi oyuna hiçbir zaman sessiz kalmadı. Bir avuç kaldıkları zamanlarda dahi hakkı ve doğruyu söylemeye devam ettiler. Haçlı Zihniyetinin amacı 2000’li yıllardan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni tamamen sömürge haline getirmekti. Ancak yaptıkları bunca çalışmanın bunca hesabın içine yine göğsü vatan aşkı ile yanıp tutuşan inançlı vatan evlatlarını dâhil etmemişlerdi. Siyasi ve askeri olarak kontrolü ellerinde bulundurduklarını düşünen bu güçler Türkiye’nin ve Türk halkının artık gerçekleri yüksek sesle söylemesinden oldukça rahatsız olacaklar ki 15 Temmuz akşamı artık son darbeyi vurmak için geldiklerinde bu milletin inançlı ve imanlı neferlerinin karşısında yine tarihi bir hezimete uğramışlardı. Modernizasyon adı altında Türk askerinin içine yerleştirdikleri kendi maşaları ile Türk halkının kendi silahını halka doğrultan hainler bir kez daha tıpkı kendilerinden öncekiler gibi hezimete uğramışlardı.

Vatan aşkı

FETÖ mensubu olarak bu güne kadar batılı devletlerin komutasından çıkmamış olan bu askerler karşısında Türk milleti bir kez daha yüksek sesle Vatan Aşkını haykırmış, unutturulmaya çalışılan Çanakkale Ruhunu, Kut’ül Amare Ruhunu ve Anadolu Ruhunu unutmadığını bir kez daha tüm dünyaya duyurmuştur. Bu da yeniden büyük ve güçlü Türkiye’nin ayak sesleri olarak tarih sayfalarına altın harflerle yazılmıştır.