Yaşamak zor bir iş kâri. Hele ki bu çağda ve bu zamanda yaşamak çok zor. Zira neyin ne olduğu, kimin kim olduğu hiç belli değil. Koyun postuna girmiş kurtlar varmış evvelden ama şimdi o da değişti. Kurt değil çakallar koyun postunda karşında. Hem öyle bir gizliyorlar ki kendilerini anlamak da tanımak da bilmek de derin feraset meselesi ve çok hem de çok çok zor.

Haydi kurdu çakalı falan bir kenara bıraktık da bizim kendi içimizden ve kendimizden çıkan ama bulduğu ilk fırsatta hatta her fırsatta etimizden bir parça koparmak için yanan yakılanlarla dolu her yanımız. Benim menfaatime olsun da isterse ülke batsın, benim menfaatime olsun da isterse memleket yansın diye ellerini ovuşturan bir güruh var. Ve bunlar öyle gizli saklı falan da değil; postsuz mostsuz çakallar. Sade çakallar…

Yani yaşamak zor, bir aklın üstüne bin akıl; bir şüphenin üstüne bin şüphe eklemek gerek.

“Savaş meydanında olan elbet ki yara alacak” diye bir söz hatırlıyorum. Ve hatta yaralanmışsa bu onun gururdur. O ki biri herkesin yara aldığı, canının yandığı o er meydanından yarasız beresiz çıkıyorsa ya ihanet ya da korkaklık içindedir. Böyle söylüyorlar.

Bana sorarlarsa –ki kim bana niye soracak- şimdi de tam bir savaş meydanındayız. Ha doğru silah yok, kılıç yok ve kan yok ama bu çağda birini yaralamak için ve hatta öldürmek için bunlara gerek de yok.

Bütün bunları şunun için söylüyorum aslında; bütün bu şartlarda ve durumda tam tabiriyle bir savaşın içinde olduğumuzu görmemek için kör olmak dahi yetmez. Ya akılsız olmak ya da az evvel söylediğim gibi ihanet içinde bir korkak olmak gerekir.

Bize düşen “devletimin yanındayım” deyip de ite çakala meydanı bırakmamaktır. En azından o meydanda oku kendine, kendi milletine kendi yiğidine çevirmemektir. Zira er dediğin tam da bu zamanda belli olur. Yoksa bollukta adam bulmak, dost bulmak kolaydır asıl er ve asıl dost odur dar durumda ve zor durumda yanında olsun. Yani şimdi üç kuruş için –hadi küçümsemiş olmayayım. Zira öyle diyerek eleştirecekler. Çok kuruş için, çok çok fazla kuruş için- kimlerin yamulduğunu görüyoruz, göreceğiz.

Bu bütün söylediklerim yanlış ya da eksik yok demek manasına gelmez. Lakin her şey her yerde söylenmez. İşte tam da bu zaman hatayı kusuru görüp de feveran etme zamanı değil yan yana durma zamanıdır. Söyleyecek zaman geldiğinde de hata kusur ne ise söylemek, konuşmak ve anlatmak gerekir.

Ama bütün bu halin içinde, acıyı çekip, derde katlanıp “devletimin yanındayım” diye söyleyen ve “Allah bana yeter” diyenden daha asil kimseyi görmedim ben.