Kâfirûn Sûresi, Mâûn Sûresi’nden sonra Mekke-i Mükerreme’de inmiştir. 6 (altı) âyet-i kerimeden oluşmaktadır. Kâfirlere yapılan bir ihtar mahiyetinde olduğundan bu isimle bilinmektedir. Cenab-ı Hak bu sûrede Rasululah Efendimiz’e (sav), kâfirlere karşı takınması gereken tavrı açıklıyor. Sûreye ibadet sûresi veya İhlâs Sûresi de denmiştir. Bu sûre ile İhlâs Sûresi’ne birlikte İhlâseyn (iki ihlâs) ismi de verilmektedir.

YÜCE MEÂ

1- De ki: Ey kâfirler!

2- Ben sizin taptıklarınıza tapmam.

3- Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz.

4- Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim.

5- Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.

6- Sizin dininiz size, benim dinim banadır.

MUHTEVÂSI

Bu sûre, kâfirlere karşı Rabbimiz tarafından yapılan bir ihtardır. Cenab-ı Hak, İslâm dininin, diğer bütün dinlerden farklı olduğunu bu mübarek sûrede bildiriyor. Yine Yüce dinimizin, başkalarına hiçbir ihtiyacı bulunmadığını belirtiyor.

Ayrıca bu sûre-i celile, Resul-i Ekrem Efendimiz’in (sav) Cenab-ı Hakk’ın ilâhî himâyesinde bulunup, başkalarından müstağni bulunduğunu güzel bir şekilde ifâde ediyor. Eşsiz Rasûl’ün hiç bir zaman davasından dönmeyeceği, ne pahasına olursa olsun, -kendisine ister inanılsın, ister inanılmasın- İslâm’ı tebliğden vazgeçmeyeceği en anlaşılır bir ifadeyle belirtilmektedir.

SÛRENİN NÜZÛL ORTAMI

Bu mübârek sürenin nüzûl sebebi olarak şöyle bir olay nakledilir:

“Mekke’deki müşriklerden bir grup, Rasûlullah’a (sav) gelerek ona Mekke’nin en zengini olması için mal verme, istediği kadınla onu evlendirme ve lider yapıp kendisine tabi olmaları şeklinde tekliflerde bulundular.

“Bunları sana vereceğiz, ancak sen de ilahlarımızı aşağılamaktan, onlara karşı beslediğin kötü duygu ve tavırlarından vazgeç!” demek sûretiyle bir anlaşma istediler. “Eğer onlara buğz edeceksen, biz sana, senin için de hayırlı olacak bir teklif sunuyoruz” derler. Efendimiz (sav), nedir o? deyince şöyle söylerler:

“Bir sene sen bizim ilâhımıza taparsan, bir sene de biz senin mabuduna taparız.” Bu durum karşısında Rasûlullah’a (sav) gelen bu süre, onların bu iğrenç tekliflerini net bir biçimde reddeder. Allah Tealâ şu âyeti de inzal buyurmuştur”:

 -“De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (39 Zümer 64. Bu rivâyeti Teberânî (h. 360) nakleder.)

Rasûlullah’ın  (sav) sabah namazlarının sünnetlerinde Kâfirûn ve İhlâs sûrelerini okuduğu, İbn Ömer (ra) ve Hz. Aişe’den gelen hadislerde yer almaktadır. (İbn Mâce, ikâmet 102. Nesâî, iftitah 39’da da “bu iki sûreyi sabah namazının iki rek’atında okurdu”, rivâyeti vardır.)

SÛRE-İ CELİLENİN AÇIKLAMASI

1- “De ki: Ey Kâfirler!” 

Cenab-ı Hak, Nas-Felâk ve İhlâs sûrelerine başlamış olduğu şekliyle, Kâfirun sûresine de -de ki- emriyle, isteğiyle başlıyor.

Emir Allah’ın Rasûlü’nedir. Cenab-ı Hak, cevap mahiyetinde indirdiğinden dolayı Rasûlüne, sana çirkin bir teklifte bulunanlara şöyle söyle, şu şekilde cevap ver, diyerek sûreye başlamaktadır.

Yine bu istek, yalnız Peygamberimiz’e (sav) olmayıp, onun şahsında biz müslümanlara da bir emirdir. Çünkü böyle bir durumla veya bir benzer şekliyle, hayatta karşılaşmamız mümkündür. Rasûlullah’a (sav) dininden dönmesini teklif eden küfür milleti, bugün karşımıza değişik şekillerde çıkabilir. Zira küfür, hiç değişmemiştir. O zaman ne ise bugün de aynıdır.

İşte Allah (cc), Kâfirûn sûresine, Rasûlullah’a (sav) müşrikler tarafından yöneltilen teklife cevap olacak şekilde “De ki, Ey Kâfirler!” hitabıyla başlamaktadır.

“Kâfir” kelimesi, örten, gerçeği gizleyen, inkâr eden gibi anlamlara gelir. Genel ve herkesçe bilinen manâsı ise, Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in  (sav) O’nun kulu ve elçisi olduğunu kabul etmeyen, bunları inkâr eden kişidir.

2- “Ben sizin taptıklarınıza tapmam.” 

Peygamberimiz (sav), o kâfirlere böyle bir hitap ile emrolunmuştu. Ey kâfirler! Ben, katiyyen sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem. Yani, Yüce Rabbim’in ilahlığını ve birliğini terk ederek sizin şirkinize iştirak edecek değilim. Çünkü sizin kendilerine tapıp, ilah olarak kabul ettiğiniz şeyler mabudiyyet sıfatlarına sahip değillerdir. Onlar ibadete asla hak sahibi olamazlar. Nitekim, hepsi bir kısım mahlukâttan ibarettirler ve tamamen muhtaçtırlar.

Çünkü Cenab-ı Hakk’ın dışındaki her şey, kendi kendine yetmeyip, Yüce Yaratıcımıza mutlaka ihtiyaç duymaktadır. Bu insanların ilah olarak kabul ettikleri mabudları, Yüce Allah’ın bir eserinden başka bir şey değildirler. Onlara nasıl ibadet edilebilir?

Bu âyetteki “Tapmam” ifadesi, ne şimdi, ne de ileride bütün bunlara gönül verip, ibadet etmem, manâlarını kapsamaktadır. Yani Rasululah (sav), şimdi tapmayacağım gibi, gelecekte de asla tapmam, böyle bir şey asla olmayacaktır, diye Cenab-ı Hakk’ın ifadesiyle cevap verirken, onları tam bir ümitsizlik içerisine itmektedir.

Böyle bir şey bir Peygamber’den asla sadır olamazdı. Çünkü Peygamberler, tebliğ sıfatlarının gereği olarak, Allah’tan aldıkları emirleri her ne pahasına olursa olsun, mutlaka yerine getirmek için uğraşırlar, gayret sarf ederler ve asla bundan vazgeçmezler. Tebliğinden bile vazgeçmeyen bir peygamberin, bundan çok daha kötü ve buna tamamen ters bir bir durum olan dininden dönmesi, başkalarının dinine tabi olması, hiçbir zaman düşünülemez. Âyet-i Kerime’de Âlemlerin Yaratıcısı şöyle buyurmaktadır:

“De ki: “Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi bana emrediyorsunuz, ey cahiller!” (39 Zümer 64.)

3- “Siz de benim taptığıma, tapıcılar değilsiniz.”

 Önceki âyette “ben sizin taptıklarınıza tapmam” denildikten sonra, bu âyet-i kerimede de; buna karşı onların, “biz Allah’a da ibadet ederiz” diyebilmeleri ihtimalini bertaraf etmek ve muradın Allah’tan başkasına ibadet etmem, demek olduğu anlatılmaktadır. Onların ne şimdi, ne de gelecekte Allah’a ibadet etmeleri ihtimali kalmayacak derecede müşrik ve kâfir tabiatlı kimseler oldukları ifade edilmektedir.

Yani benim ibadet edip durduğum mabudum olan Allah’a ibadet edenlerden değilsiniz. Siz O’na tapmıyorsunuz ve tapmazsınız da. Zira ibadetin şartı ihlâstır. Allah’ın birliğine iman etmeyince O’na ibadet de edilmez. Çünkü Allah’a ibadet eden, O’ndan başka ilah tanımaz. Allah’a başkalarını ortak koşmak veya Allah’tan başkasına tapmak, O’na ibadet etmek değil, O’nu tanımamaktır.

İşte bundan dolayı müşrikler, Allah’a kulluk ediyoruz zannetseler bile kulluk etmiş olamazlar, kendi hayal ve hevâlarına taparlar. Yukarıda geçen Zümer Sûresi’nin 64. âyeti de bunu ifade eder.

“Âbid” kelimesi; ibadet eden, kullukta bulunan, tapıcı insan gibi anlamlar ifade eder. Hatta bunları çokça yapan insan anlamına da gelir.

4- “Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim.”

Yani, sadece şimdi tapıyor olduklarınıza değil, Peygamber olarak gönderilmeden önce geçmişte taptıklarınızın da hiç birine ibadet edici, tapıcı değilim! Ne taparım ne de tapmışımdır.

Başlangıçta, yani ikinci âyette, muzari sigasıyla “Ma ta’büdûne” buyrulmuşken, bu dördüncü âyet-i kerimede, mazi sigasıyla “Ma Abettüm” buyrulması, onların şimdiki tapmalarına da geçmişteki tapmalarına da Hz. Peygamber’in (sav) iştirak etmemiş olduğuna işaret eder. Yani şimdi olduğu gibi, daha önce de böyle bir şey asla gerçekleşmemişti.

Bunun en büyük ispatı, Peygamberimize, peygamberlik gelmezden önce Arapların “Muhammedü’l-Emin” demeleridir. Bu isim, her ne kadar onun doğruluğuna ve güvenilirliğine binaen verilmiş ise de, onun doğru, hak olan şeylerin dışında hiçbir şeye yaklaşmadığını da ifade etmektedir.

Bundan dolayı bazıları buradaki “Âbid” ism-i failinin mazi (geçmiş zaman) manâsına olduğunu söylemişlerdir. “Geçmişte olsun, halde (şimdiki zamanda) olsun veya gelecekte olsun, hiçbir zaman onlara ibadet edici değilim,” diye tamamını reddetmek daha kuvvetli olur.

Buradaki “Ma”‘nın masdariyye olması ile manâ şu şekilde olur: “Ben sizin tapışınızı, o şirk ibadetinizi, hiçbir zaman yapan birisi değilim.” Yahut; o sizin benden istediğiniz şirk ibadetinizi geçmişte dahi yapmadım ve hiçbir zaman yapacaklardan da değilim. (Bkz. Yazır, a.g.e., X, 15.)

5- “Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz.”

Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc)  3. âyetin bir benzerini 5. âyet-i kerime olarak karşımıza çıkarıyor. “Siz de benim ibadet etmekte olduğum mabuduma ibadet edicilerden değilsiniz.” Hiç bir zaman etmediniz, etmiyorsunuz, edecek de değilsiniz. Yahut siz benim ibâdet edeceğim şekil olan tevhid ve ihlâs ile ibadet etmediniz, etmezsiniz de.

Cenab-ı Hak, buraya kadar, birinci âyette, bir hitapta bulunduktan sonra, diğer 4 âyeti kerimede, kâfirlerin ümitlerini kesecek şekilde Rasûlullah’ın (sav) kesinlikle dininden dönmeyeceğini ve onların da kendi tanrılarından vazgeçmeyeceğini ifade buyurmuştur. Bunların sonucu şudur:

6- Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”

Bu son âyette Rabbimiz, Rasûlü’nün kendi dinini tebliğe, onların da kendi mensup oldukları dinlerine inanmaya devam edeceklerini haber veriyor. Mademki; ben sizin dininize dönecek, sizin tanrılarınıza ibadet edecek değilim, siz de benim Rabbime kullukta bulunacak değilsiniz. Öyleyse sizin olsun dininiz. Âdet edindiğiniz o küfür ve şirk içerikli itikad ve ibadetiniz bana gerekmez. Bütün sorumluluğu, hesabı, cezası, vebali ile sırf size aittir, ben ondan tamamen uzağım. Şu halde, benden onun kabulünü asla ummayın, demektir.

Tefsircilerin çoğunluğu demişlerdir ki: Bu âyet, 2. ve 4. âyetlerdeki manâyı kuvvetlendirip sağlamlaştırmaktadır. Yani bu konudaki kararın kesinliğini tebliğdir: Ve bana dinim yeter, ancak o gereklidir.

3 Âl-i İmrân 19’da “Muhakkak ki, Allah katında (hak) din İslâm’dır” buyrulan Hak İslâm dini de, benim dinimdir. Onun ecir ve sevabı da ancak bana aittir. Sizin ondan nasibiniz yoktur.

Kâfirûn Sûresi ile ilgili şöyle bir olay zikredilir: Birisi Rasulullah’a (sav) gelerek, “Bana uyuyacağım sırada okuyacağım bir şey öğret” der. Rasulullah (sav) ise, “Yattığın zaman Kâfirûn Sûresi’ni oku. Çünkü o, şirkten kurtuluşa vesiledir," buyurdu. (Dârimî, fezâilü’l-Kur’an 22. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 456.)

Rabbimiz bizleri îmanında samimi, ibadetinde ihlâslı kullarından eylesin!

(M. Vehbi Dereli/Fatiha ve Kısa Sûrelerin Meâl ve Tefsiri)