Mehmed Akif hakkında yazmak her zaman zor olmuştur. Çünkü ne yazsanız eksik kalacağı hissine kapılırsınız. Karşınızdaki isim öylesine farklı yönleriyle temayüz etmiştir ki hangisine el atsanız içinden çıkamazsınız. Kaleminiz çaresiz kalır ve büyük bir hürmet ile bu benzersiz ismin karşısında sadece susarsınız.

Akif sadece Osmanlı son döneminin değil Türk-İslam tarihinin mihenk taşlarından biridir. Tüm tarihimizi taradığımızda Akif’e denk olabilecek birkaç isimden başkasını bulamazsınız. Bu bakımdan Akif’i Yüce Allah’ın bu millete bir ihsanı olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü Akif bu milletin en zor zamanında ruhları harekete geçiren, milyonların ayağa kalkmasına vesile olan büyük bir destandır.

Akif bu milletin İstiklalini ve İstikbalini şahsında deruhte ederek yolu açmıştır. Akif’in mücadelesi sanılanın aksine İstiklal Harbinden çok önce başlamış, İstiklal Harbi sıralarında zirveye ulaşmış ve savaşın nihayetinde farklı bir boyuta geçmiştir.

Akif; karakteriyle, imanıyla, cesaretiyle, duruşuyla, ilmiyle, şairliğiyle, hitabetiyle, mücadelesiyle kısacası numune şahsiyetiyle asırları kucaklayan bir ahlak adamıdır. Kuran ve Sünnet bu ahlak abidesini ortaya çıkaran iki büyük kaynaktır. Sahabe hayatını kendisine düstur edinen bu büyük münevver, ömrünün sonuna kadar duruşundan zerre kadar taviz vermemiştir.

Akif’i şair kimliğiyle ve daha çok İstiklal Marşımızı yazması dolayısıyla tanıyoruz. Fakat Akif’in mücadelesinde İstiklal Marşı buzdağının görünen yüzüdür. Akif’in ilk gençlik çağlarından itibaren çevresine tesir eden şahsiyeti, 1908’den itibaren yayınladığı gazete yazıları, 1893’ten itibaren yazdığı şiirleri, 1906’dan itibaren başladığı Hocalığı, I. Dünya Savaşı yıllarında Teşkilatı Mahsusa çatısı altında yaptığı istihbari/askeri faaliyetleri, milli mücadele yıllarındaki vaazları, I. Meclisteki siyasi mücadelesi ve tefsir çalışmaları bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Kısacası Akif milletinin ihtiyaç duyduğu hemen her alanda görev alarak benzeri az bulunur bir hayat hikâyesine imza atmıştır.

Akif’in yaşadığı yıllar milletimizin en karanlık yıllarıdır. İnsanlarımızın oraya buraya savrulduğu, münevverlerin bile yolunu bulmakta zorlandığı bu zamanlarda sapasağlam bir kale misali tereddüde düşmeden, sözünü esirgemeden, duruşunu bozmadan vatanın ve milletin selameti için ateşten gömleği giyen gizli bir kahramandır Akif. Kahramandır çünkü Anadolu’da başlayan milli mücadeleye dair milletin kafasındaki tereddütleri ortadan kaldıran asıl isim Akif’tir. Çünkü Anadolu insanı Akif’i uzun yıllardır gazetelerdeki yazıları/şiirleri dolayısıyla tanıyor ve bu büyük İslam şairine güveniyordu. İşte kafaların karışık olduğu böylesi bir zamanda Akif’in Ankara’ya davet edilmesi ve milleti ikna etmesi için Anadolu’ya gönderilmesi Milli mücadelenin dönüm noktasıdır.

Nurettin Topçu hayatının her aşamasında kendisine örnek aldığı Akif’i şöyle anlatır: “Büyük adam, eseriyle hayatını birleştiren adamdır. Biz onda şu vasıfları görüyoruz: Önce bütün ömründe aynı kanaatin, aynı imanın sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmez, muhitine uymaz; muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpışır. Cemiyetten daha kuvvetlidir, cemiyeti sürükleyicidir. Bu karaktere sahip insanların, yani değer imar edenlerin bir kısmı zekâsıyla, bir kısmı kalbi ve hisleriyle, bir kısmı da iradesiyle başka insanlara ve cemiyete üstündür, velüddür, sahiptir veya velidir… İşte Âkif yaradılışın bu lütfuna uğramıştı… Bizi bu dünyada iken büyük mahkemenin huzuruna yükselten bir mürşittir, büyük kurtarıcımızdır. Hattab’ın oğlu Ömer’in XX. asırda yaşayan müridi, onun gibi haşin mizaçlı, sert yürüyüşlü, zulme tahammülsüz, riya karşısında şiddet taşıran bir iman heykelidir. Edebiyat ve sanat tarihimizde Akif’in yeri, derinlikte Yunusların ayakucunda ise azametle parlaklıkta Fuzulilerle Sinanların başucundadır. Akif, yalnız yirminci asrın Müslüman-Türk şairi değil, dokuz yüz yıllık tarihimizin en yükseklerde duran terennümcüsüdür. O koca bir tarihin türbedarıdır. Dinî sanat denen zirve edebiyatının kapısı yirminci asırda Akif’in eliyle açıldı. Bu kapıdan girmek kolay değil; çünkü pek yüksek. Ona tırmanmak için büyük ruh kuvveti lazım… Akif’i konuda, kafiyede, tasavvurların dar çemberi içinde tanımaya çalışmak beyhudedir.”

Ruhu şad mekânı cennet olsun.