İslam dininin kıyamete kadar korunacağını bilen, İlahi Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in tahrif edilemez oluşunun farkında olan Batı/l din simsarları, yüz yıllardır insanı ilgilendiren her alanı tahrif etmekte ısrarlı.

Toplumları dinsizleştirme girişimlerini etkin hale getirmekte en pratik yöntemin kadın ve erkeğin fıtri kodlarını asimile etmek olduğunun da farkındalar.

Siyasi bölünmeler, mezhep ayrılıkları, gıdaların deformasyonu ve elnihaye kadının ve erkeğin asli normlarının bozulması için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Bilelim ki, bu son yüzyıl ne dostların, ne eşlerin, ne dava arkadaşlarının ne de din kardeşliğinin el ele yol almaması için ne gerekiyorsa yapıldığı bir süreçtir.

Her alanda yan yana konumlanabilen kadın ve erkek hem özelde, hem de tüzelde birlikte değil, birbirinden müstakil bir yarışa davet ediliyor.

Halbuki yaratılışımızdaki hikmet gereği kadının ve erkeğin hayat yolculuğundaki durumları ve konumları bir yarış meselesi değil, bir varış menkıbesi olmalıydı.

Birbirine entegre, birbirini tamamlayan, birbirini onaran bir birliktelikle yol alındığında, cesaret, metanet, basiret, feraset, şefkat ve merhamet dengesi kendiliğinden kurulacakken, kimi “izim” ve “klikler” aracılığı ile iki ayrı kutup haline getirilmesiyle bir “çatışma” ortamına sürüklenen bireyler haline getiriliyoruz.

Tıpkı modern dünyanın dünya ülkelerinde siyasi, ekonomik, kültürel kutuplaşmaları körükleyerek halkları kaos ortamına sürükledikleri gibi…

Din ehemmiyetli bir dinamik.

Özellikle tahrif edilmiş dinleri üzerinden birleşen “Haçlı Zihniyeti” bunun gayet farkında.

Biliyorlar ki, ezeli İslam düşmanlıklarını sürdüremezlerse “Tanrılaşma” projeleri bir hayal olarak kalacak ve varlıkları yerle yeksan olacak!

Dünyaya “Demokresi”, “İnsan hakları”, “Kadın hakları”, “cinsel tercih hakları” olarak servis ettikleri yasaları ise insanlığın huzurunu, eşit gelir dağılımını, dengeli bir hiyerarşiyi hedeflemek için değil, iki etkin insan cinsini ve gelecek nesilleri birbirine düşürerek hiç efor sarf etmeden, birbirine kırdırarak olacakları uzaktan izlemeyi hedefliyor.

Çünkü biliyorlar Müslüman kadınların ve erkeklerin imanlı kalpleri ile nasıl korkusuz ve nasıl kutlu bir cesaret ile savaştığını. Ve bu savaşın kazanını olmalarında inandıkları “İlah”ın yardımının olacağını!

Bu yüzden göze alamıyorlar yüzleşmeyi ve bu sebeple kurgulanıyor “birbirine düşman bir insanlık modeli”

İşte bu noktada, batılın bu isyan ve inkar barındıran kurgularını doğru okuyarak “kadını anlamak” çabasının bir ibadet hükmüne geçeceğini düşünüyorum.

Öncelikle toplum inşasında kadın kendi öneminin idrakine vardırılmalı.

Yitirilen tüm değerlerin yeniden ikame edilmesi için gayret sarf edilmeli.

Bir İslam hanımefendisi olarak kadın (Mü’mine), eşinin ve erkek ve kız evlatlarının zarafet mektebi olduğunu hatırlamalı!

Müslüman erkekler (Mü’min), eşlerini, kızlarını ilkin onların toplum inşasında bir faktör değil, aktör olduğunu bilerek “ben” merkezli sistemin dişlileri arasında çiğnenip ezilmekten ve yok olmaktan korumalı.

İhlaslı bir hanımefendinin (saliha), gücünden Batılın korktuğu kadar farkında olmalı kadın kendi dirayetinden.

İhlaslı bir erkeğin (Salih), kalbindeki iman ile nasıl küfrün üzerine korkusuzca yürüyeceğinin bilinci aşılanmalı erkek evlatlarımızın fikri damarlarına.

Ve seyretmeli, Müslüman bir kadının ailesi, akrabaları ve çevresi üzerindeki etkilerini.

Yine seyretmeli Müslüman erkeğin kadına şiddetle bir ilişkisinin olamayacağını.

(Devam edecek inşallah…)