“İki günü birbirine denk olan ziyandadır” demiş Peygamber Efendimiz. Birkaç zamandır zihnimde bu hadisi döndürüp duruyorum. Soruyorum, sorguluyorum, tartıyorum. Zira korkuyorum. Olağana alışmaktan, standartlaşmakta bir rutinin içinde sıkışmaktan korkuyorum. Yaşamak her gün üzerine eklemedikçe kısalan daha çok kısalan ve azalan bir şey. Oysa biz gibiler bu dünyada sadece yaşamak için var değiliz ki. Daha başka daha müteal daha aşkın maksatlarımız var ya da olmalı.

İşte içimi kemiren tam da bu; bu dünyanın rutinine alışıp da ziyanda olmaktan korkuyorum.

Bazen ne söylesen ne anlatsan ve ne dinlesen boş geliyor insana. Dünyanın, memleketin ve diğer bütün herkesin meselelerini duymuyor, anlamıyor ve hissetmiyorsun. Kendi derdinle dertleniyor, kendi meselenin ağırlığından bir başka meseleye -çok mühim bile olsa- omuz verecek takatin kalmıyor. Üzülüyorsun, eziliyorsun. “Zaman geçtikçe unuturum” diyorsun ama olmuyor en fazlası alışıyorsun. Son bir türkü işitiyorsun ansızın radyodan yaraların yeniden kanıyor, biri hiç de farkında olmadan bir cümle söylüyor ve nasıl ediyorsa tam da gelip yaralarının üzerine kabuklarını söküyor, bir şiir bir kitap bir isim bir ses… Unutmuyorsun işte alışıyorsun.

Hani anlatırlar ya dervişin birinin yanına bir gün bir genç gelmiş de

-“Efendim” demiş “derdim çok büyük ve artık dayanamıyorum. Ne olur bana bir çare…”

İyice dinlemiş genci derviş. “Eyvallah” demiş “sen yarın yine gel.”

Ertesi gün yine gelmiş genç yine benzer şeyler söylemiş derviş yine aynı cevabı vermiş. Sonra yine ve yine… Günlerce sürmüş bu. En sonunda genç dayanamamış

-“Efendim” demiş “günlerdir gelip gidiyorum. Ne olacak böyle. Geçecek mi bu dert?”

-“Geçmeyecek” demiş derviş.

-“Ya ne olacak?” demiş dertli genç.

-“Geçmeyecek ama alışacaksın…”

Alışmak, iyi mi kötü mü? Bu denlisini çözemiyorum. Ama “bu kadar yeter” diyenlerden olmak istemiyorum. Zira “Müslüman yeter demez” fehvasınca, gayrete düşmek gerektiğini biliyorum.