Son zamanlarda Netflix’te dünya genelinde en çok izlenen yapımlar arasına giren Don’t Look Up (Yukarı Bakma) filminden bahsetmek istiyorum.

Filmin adını duyduğumda aklıma Türkiye’de yakın geçmişte yaşanan bir olay geldi. Boğaziçi Üniversitesi olaylarında bir polisin öğrencilere ‘aşağı bak’ dediği iddia edilmişti. Daha sonra herkes başı dik yürümeye ve yukarı bakmaya başlamıştı. O polis bunu söyledi mi yoksa öyle mi kullanıldı bilmiyorum ama olayın birileri tarafından çok güzel bir propaganda aracı haline geldiği kesindi. Aklıma gelen bu olay zihnimizin ne kadar siyasi, boş ve kalabalık şeylerle meşgul olduğunu bir kez daha bana hatırlatmış oldu.  

Don’t Look Up filmi, dev bir göktaşının gezegeni yok edeceği konusunda insanları uyarmak için çalışan iki gökbilimcinin hikayesini konu ediyor. Everest Dağı büyüklüğünde bir kuyruklu yıldızın hızla Dünya'ya yaklaştığı ve oluşacak çarpışmanın Dünya'yı yok edeceği söyleniyor. ABD’de yaşayan Kate ve Dr. Randall Mindy insanları yaklaşan bir felakete karşı uyarmaya çalışıyorlar. Film trajikomik hikayelerle dolu aslında. Bu kadar önemli bir olayı hükümetin yalnızca bir gündem değiştirme aracı olarak kullanmaya çalışması, buradan ekmek çıkarma isteği, medyanın sözlerden çok eylemleri magazinleştiren tutumu ve insanların anlamama gayretleri…

Don’t Look Up filmini izlemeden ve izledikten sonra aklımda bir soru vardı. Bu filmi neden bu kadar çok insan izledi? Yaşadıklarımızla ustaca dalga geçen bir film Don’t Look Up. Neden insanlar kendilerinin ne duruma düştüğünü merakla izlerler? Aslında bu konu sosyologlar tarafından incelenmeli. George Orwell’in 1984’ü neden çok satanlar listesinde olduğunun cevabını da belki bulmuş oluruz.

Adam McKay’in yazıp yönettiği filmin başrollerini; Leonardo DiCaprio, Jennifer Lawrence, Timothée Chalamet, Meryl Streep ve Jonah Hill gibi oyuncular paylaşıyor. Aslına bakılırsa hem yapımın biçimi hem de oyuncular tam bir Hollywood kadrosu gibi. Yönetmen ABD hükümetine, kapitalizme ve magazinleşen dünyaya Hollywood’un aynı teknikleri ile silahlanarak manifesto niteliğinde bir film ortaya koymuş. Filmde iletişim bilimlerinin birçok konusunu ve terimini görmek mümkün. İletişim fakültelerinde izletilmesi gereken bir film diye düşünüyorum.

Peki bu film bir distopya mı yoksa gerçekliğin tüm çıplaklığıyla bize izdüşümü mü? Filmin distopik kıvamının uzay yolculuğu ve kuyruklu yıldıza karşı çıkış biçimi konularından kaynaklandığını söylemek mümkün. Medyanın olayları magazinleştirerek sunmasının, siyasi skandalların, iktidarların insanları yönlendirme biçimleri de yaşadığımız dünyanın arttırılmış gerçekliği gibi. Don’t Look Up’ın getirdiği eleştiriler ülkemizde de karşılık bulur mu diye kendime sorduğumda çoğu şeyin karşılık bulduğunu gördüm.

Ekranlarda gerçek bir konuyla ilgili, bilimsel bir veriyle ilgili ya da bir sanat içeriğiyle ilgili konuşmak mümkün mü? Fakat bu konularda insanları yönlendirmek mümkün. Yönlendirdiğiniz insanları bir hafta sonra başka bir şeye yöneltmek de mümkün.

Film Hollywood’un tüm klişelerine bir Muhammed Ali yumruğu indirmiş diyebilir miyiz? Filmde Amerika dünyayı kurtarmıyor ve mutlu sonlu bir aşk hikayesine bağlanamıyoruz. Bu kadar özgürlükçü ve demokrat eleştiriler getirdiğine göre böyle diyebilmeliyiz değil mi? Aslında tam da diyemiyoruz. Hollywood aracı olmasa da Netflix aracı devreye giriyor filmde. Kaliforniya merkezli Netflix aracının istediği ölçüde; eleştiri getirilen filmi mutlaka izlemeli.

Kendimizi filmin neresinde görüyoruz? Filmi kendimizin neresinde? Yukarı bakanlar ya da bakmayanların ikileminden çıkabilecek miyiz?