Âlemlerin yüce Rabbi, insanı yaratan ve en güzel bir biçimde şekillendiren, ona sonsuz nimetler bahşeden Allah (cc) şöyle buyurur Kelâm-ı İlâhisinde: “Şüphesiz ki biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (95 Tîn 4.) Ama devamındaki ayet-i kerime ise onun nankörlüğünü haber verecektir: “Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin 5)

Pek tabiidir ki nankör olmayanlar için müjdeler vardır: “Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır.” (Tin 6)

Şu ayet ise o nankörlere işaret eder tekrar:

“Cansız nesneler iken size O hayat verdiği halde, Allah’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, sonra diriltecek, sonra O’na götürüleceksiniz.” (2 Bakara 28.)

Bunun için en güzel şekilde yaratılmış ve âlemler onun emrine verilmişti:

"O'dur ki, O yüce Allah'tır ki bütün göklerde ve bütün arzda (hayat olan âlemlerde yarattığı) her şeyi katından sizlerin emrine musahhar kıldı. Muhakkak ki bunda düşünen bir kavim için âyetler vardır." (45 Casiye 13.)

“Andolsun biz insanoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” (17 İsra 70.)

İŞTE İMTİHAN

Görüldüğü üzere Ayet-i Kerime’ler bu hakikatleri en güzel şekilde haber veriyor. Zira Kur’an, Âlemleri yoktan yaratan ve bizlerin emrine veren Allah’ın kelâmıdır:

 “Bu Kur'ân, insanların kalp gözlerini açacak bir nur, iyiden iyiye inanmış bir topluluğa doğru yolu gösterir bir rahmettir.”(45 Casiye 20.)

Evet, Kur’an bir nûr, inanmış kimselere doğru yolu gösteren bir kılavuzdur.

Ama günümüz dünyasında verilmek istenen şey, maalesef hep inkâr ve günahlardır. Kötüyü ve kötüleri iyi göstermek, açık ve çıplaklığı hoş karşılatmak, eşcinsel ve zinayı, aldatmayı, sevgili tutmayı, karşı cinsten arkadaş edinmeyi normal saydırmak için büyük bir uğraş vardır.

Peki, ya ahiret? Hesap? Allah’a dönüş? Ne olacak bunlar?

Zaten inandırmak istemiyorlar ki?

İnsan şuna şaşıyor: Peki sen böyle bir yaşantıyı benimsiyor ve yayıyorsun da niçin öldüğün zaman yatay olarak camiye getirtiyorsun kendini?

İnanmıyorsan gelmesin o kutsal mekâna cesedin! Bunu söyleyen açık yürekli ehl-i küfür de çok az. Sanki sana cenaze namazı kılınmakla günahların bağışlanacak öyle mi? Şirkten kurtulacaksın öyle mi?

ALLAH VARDIR VE BİRDİR

Kâinatta en yüksek hakikat, Allah’ın varlık ve birliğidir. O’na inanmak ve O’nu sevmek ise, en kutsal manadır. Bu manaya dâhil olanlar büyük bir şerefe nail olurlar, dışında kalanlar en acı ve kahredici bir sonuca ulaşırlar. Bu ise insan için onulmaz bir yara, tarifi imkânsız bir ıstırap ve sonsuz bir kayıptır.

İnsanın yaratılışını düşünecek olursak; o sadece dünya için yaratılmış olsaydı bu kadar özenli ve bu kadar değerli olmasına gerek var mıydı? Nasıl olsa yaşayıp ölecek ve toprak olacaktı!

MUKADDES DAVA

Hayatta en kutsal ve mübarek vazife ise insanları Allah’a davettir. Bunun üzerinde hiçbir şey yoktur. Ayette bu mana en güzel şekilde dile getirilir:

“İnsanları Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve muhakkak ki ben Müslümanlardanım, diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (41 Fussilet 33.)

İşte sözün ve özün güzelliği…

DAVET ALLAH İÇİN OLMALIDIR

Allah’a dâvet, Allah için olmalıdır. O bütün peygamberlerin en mukaddes görevidir. Onlar sadece Allah için yapmışlardır. İnsanlardan hiçbir ücret istememişlerdir. İşte bunun delili:

"Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir." (26 Şuarâ 145.)

Ücretini Rabbinden bekleyen o kullar, en derin bir samimiyetle bu eşsiz görevi ifa etmişlerdir. Onların yolunu takip eden güzel insanlar da aynen bu hakikati hayata geçirmişler, yılmamışlar, usanmamışlar, çilelere göğüs germişler ve Allah’ın rızasını kazanmışlardır ki ne mutlu onlara! Bahtiyarlığın en büyüğü onlaradır!

Peygamber Efendimiz (sav) bir anne şefkatiyle insanları Allah’a dâvet ederken nice zorluklar, işkence ve acılara maruz kalmıştı. Ama O, bunlara aldırış etmiyor onların hidayete gelmemesine o kadar üzülüyordu ki, Rabbimiz c.c ayetlerinde, O’nu şöyle teselli ediyordu:

“Ey Muhammed! Mü'min olmuyorlar diye adetâ kendini helâk edeceksin!

Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.

Rahmân'dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.

Onlar (Allah'ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.

Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.

Şüphesiz bunlarda (Allah'ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.

Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.”(26 Şuarâ 3-9.)

Allah Rasülü (sav) de Hz. Ali’ye (ra) bir hitabında şöyle demişti:

“Allah’a yemin ederim ki, senin irşadınla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” (Buhari, Megâzî 39.)

HÂTEMÜ’L-ENBİYÂ

Peygamberlerin son halkası ve mührü olan bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav), şüphesiz ki bütün insanlığa ve cinlere gönderilmiştir. Bu manada ona; Rasûl’üs-Sakaleyn denir. Diğer peygamberler ise bir kavme, belli mekânlara gelmiştir.

O; âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir:

 “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (21 Enbiyâ 107.)

O, bir yıldız değil, güneştir. O’nun nûrunu kimse söndüremez! Çocukluğundan itibaren aranan, sevilen, hürmet edilen en kıymetli insan, insanlığın Efendisidir. Allah (cc) O’nu çok sevmiş ve Kur’an-ı Mübîn’de övmüştür:

 “Sen elbette en yüksek ahlâk üzeresin.” (68 Kalem 4.)

O’nun gönderilişine dair de şöyle buyurur Rabbimiz:

 “Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (33 Ahzab 45.)

Bu manalar üzerinde oldukça durulmalıdır tabii ki! İnsanlığa rahmet olarak gönderilen bu eşsiz Peygamber, Allah’ın varlık ve birliğine bir şahit, inananlara Cennet müjdecisi, kâfirlere ise Cehennem korkutucusu olarak gönderilmiştir. Tabii ki inandığı halde günaha gideceklere de uyarıcı olduğu gibi, imandan yoksun olanlara da, inandıkları zaman cennet müjdecisi olmuştur.

O, BİZE DÜŞKÜNDÜR

O aynı zamanda, iman edenlere aşırı düşkündür ki, bu hakikat bizleri tekrar ve tekrar düşündürmelidir:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (9 Tevbe 128.)

Bu konuda şu teşbihleri ne kadar önemlidir. O’nun ümmeti olarak bizler bu misâli hiç unutmamamız gerekir. Her bir fert başta aile efradı olmak üzere, bu manaya çok önem vermelidir:

"-Benim ve sizin benzeriniz; ateş yakan, içine çekirge ve pervaneler (böcekler) düşmeye başlayınca, onları ateşten uzaklaştırmaya çalışan adamın benzeri gibidir.

Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutup (asılıyorum). Halbuki siz elimden kurtulup ateşe koşmaya çabalıyorsunuz.” (Müslim, fezâil 19.)

İşte günahlardan sakınmak ve sakındırmak ne güzel anlatılmış Hadis-i Şerifte. Bu aynı zamanda yukarıda geçtiği üzere ümmetine düşkünlüğünü de açıkça ortaya koyuyor.

Şu gerçek ise, O’nun Sünnetini hafife alanlara müthiş bir uyarı ve başlarına vurulan âdetâ büyük bir kaya parçasıdır:

 “Şüphesiz ki sen insanları dosdoğru yola götürüyorsun.” (42 Şûra 52.)

Ve bütün bunlardan sonra özet sonuç olan ayet:

“Andolsun ki, Allah’ın Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için en güzel bir örnek vardır.” (33 Ahzab 21.)