DİRİLİŞ POSTASI / GÖKHAN EREK
Hamas’ın Silahlı Kanadı İzzeddin el Kassam Tugayları’nın, İsrail’e yönelik 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu, İsrail’in sivil katliamları şeklinde sürüyor. Türkiye ise yaşanan acı olayların son bulması için garantörlük teklifinde bulundu. Peki Garantör olmaktan kastedilen ne, Türkiye, garantör ülke olabilir mi, Garantör ülke olmak için neler gerekli, Filistin ve İsrail arasındaki olası garantörlüğün, Kıbrıs’taki garantörlükten farkı ne, Türkiye İsrail ilişkileri nasıl ilerleyecek? Siyaset Bilimci Doç. Dr. Hüseyin Alptekin, Diriliş Postası’na değerlendirdi.
Garantör olmak için taraflar onay vermeli!
Siyaset Bilimci Doç. Dr. Hüseyin Alptekin, Türkiye veya başka ülkelerin Filistin ve İsrail’e garantör olabilmesi için iki tarafın da onay vermesi gerektiğini belirterek, “Garantörlükten kastedilen ne? Ona bakmak lazım. Biliyoruz ki Türkiye daha önce Kıbrıs’a garantörlük yapıp, garantör devlet oldu. Ama oradaki olay bambaşka bir bağlamdaydı. Türkiye, Kıbrıs’ta devletin garantörüydü. 1960 Kıbrıs Anayasası, devletin anayasasının korunmasının, dünyada eşi benzeri olmayan nevi şahsına münhasır bir uygulamaydı. Başka bir örneği yok. Bugün kastedilen garantörlük ise, Kıbrıs’taki gibi bir şey değil.” dedi.
İmkânları barışa giden yolda seferber etmeli!
Filistin ve İsrail arasında kastedilen garantörlüğün, olası bir müzakerenin devamı için diplomatik, hatta gerekirse askeri imkânları kullanarak orada bir barış yolu aranması olduğunu belirten Doç. Dr. Alptekin, sözlerini şu şekilde sürdürdü, “Aslında bir nevi arabulucu, müzakere zemini sağlayan ülke olmak anlamında kullanılıyor. Bunun unsurları ne olabilir? Evvela en hafif tabiriyle en azından taraflara görüşebilecekleri bir zemin, mekân sağlamak. 1993’te Oslo’da olduğu gibi yapılabilir. Yahut da taraflar, birbirleriyle doğrudan görüşmek istemiyorlarsa, o zaman dolaylı görüşme için aradaki taraf olunabilir. Bir nevi bu görüşmeleri, tarafların karşı tarafa iletecek tarafı olarak arabuluculuk yapılabilir.”
Garantörlükten kastedilenin, güvenilir, iki tarafında çıkarlarını ve hassasiyetlerini gözeten bir arabulucu olmak olduğunu aktaran Doç. Dr. Alptekin, “Bu arabuluculukta da imkânlarını barışa giden yolda seferber etmekten çekinmeyen bir arabulucu olmak. Bunu anlayabiliriz o ifadeden.” şeklinde konuştu.
“Bir tarafın da hilafına garantör olunmaz!”
Litaratürde garantör ülkenin taşıması gereken şartlar başlığının olmadığını söyleyen Doç Dr. Alptekin, “Şunu söyleyebiliriz, tarafların da bu hakkı tanıması lazım. Bir tarafın hilafına, ona göre garantör olunmaz. Filistin ve İsrail arasındaki garantörlük, bir şeyi garanti ediyor anlamında değil. Türkiye şunu garanti ediyorsa ediyor ‘Ben iki tarafın da hassasiyetlerini gözeteceğim, iki taraf arasında da nötr, objektif bir arabulucu olacağım ve sürecin sağlıklı bir zeminde ilerlemesi için elimden geleni yapacağım.’ bunu söylüyor. Bu, Türkiye’nin şartı değil taahhüdüdür.” diye konuştu.
“Türkiye deklarasyondan ziyade çağrıda bulunuyor!”
Garantörlüğü, Filistin ve İsrail onaylamadan yapmanın mümkün olmadığını dile getiren Doç. Dr. Alptekin, “Filistin ve İsrail’in hilafına, onlar istemeden yapmak, gerçekleştirmek mümkün değil. O yüzden de Türkiye, deklarasyondan ziyade bir çağrıda bulunuyor. ‘Eğer barışmaya ve görüşe gerçekten de niyetiniz varsa, bunun için bir sağlam iradesi, imkânları olan güçlü bir arabulucu arıyorsanız, ben o göreve talibim.’ diyor Türkiye.” ifadelerine yer verdi.
Filistin ve İsrail arasındaki çatışmaların son bulması için kurulacak olası masada garantör ülkelerin Türkiye veya birden fazla ülke olabileceğini aktaran Doç. Dr. Alptekin, sözlerine şu şatırları ekledi, “Burada mühim olan, hem Filistin hem de İsrail tarafının objektifliğine hakkaniyetine güvendiği bir aktör olması. Cumhurbaşkanı Erdoğan da yaptığı konuşmada, ‘Hem İsrail oradaki saldırı ve bombardımanını durdursun hem de Hamas, roket füze göndermesin.’ diyerek iki tarafa da ateşkes çağrısında bulundu.”
Türkiye’nin, Filistin ve İsrail’i devlet olarak tanıyan bir ülke olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Alptekin, “Türkiye burada uluslararası anlaşmalara uygun hem de tarafların var olma ihtiyacını saygı duyar bir şekilde bunu söylüyor. Az önce söyledim Kıbrıs’taki garantörlük bambaşka bir şey. Orada Kıbrıs Devleti, tam bağımsız bir ülke gibi değildi aslında. Tabi ki bağımsızdı. Ama bağımsızlığını garanti eden Türkiye, Birleşik Krallık ve Yunanistan vardı. Bu ülkeler razı olmadan anayasası değiştirilemez bir konumdaydı. Orada ‘Anavatan’, ‘Yavru Vatan’ tabirleri var. Hem Türkiye hem Yunanistan orayı bir ‘Yavru Vatan’ gibi gördü ve anayasasına da garantör oldular, ‘Bu ülkenin rızası alınmadan, anayasası değiştirilemez.’ şeklinde. Zaten o yüzden hikâye koptu. 63 yılında Makarios, anayasayı tek taraflı değiştirdiği için, Kıbrıs bir sarmala girdi.” dedi.
Türkiye hakkaniyetli bir arabulucu!
Filistin ve İsrail arasındaki garantörlüğün, sadece kelime olarak aynı, içerik olarak bambaşka olduğunun altını çizen Doç. Dr. Alptekin, sözlerini şu şekilde devam ettirdi, “Türkiye, ‘Oradaki anayasaya garantör olacağım’ demiyor. ‘Benden onay, izin almadan bir şey yapamazsınız.’ diyemez. Öyle bir garantörlük talebi de yok. Türkiye, hakkaniyetli, imkânlarını seferber etmeye hazır bir arabulucudur.”
“Hamas’ı terör örgütü olarak tanımadık tanımıyoruz!”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, “Hamas bir terör örgütü değil, topraklarını koruma mücadelesi veren bir mücahitler grubudur.” dedi.
Doç. Dr. Alptekin, Türkiye’nin, Hamas’ı terör örgütü olarak tanımayan bir ülke olduğunu hatırlatarak, “Ama bugünlerde bunu sesli olarak ifade etmek kolay bir şey değil. İsrail ve Batı dünyası, hem medya kanalları aracılığıyla hem de diplomatik kanallarda baskısı olduğu için bunu seslendirmek zordu. Yoksa Türkiye, dün Hamas’ı terör örgütü olarak tanıyordu da bugün bu kararından dönmüş değil. Biz, Hamas’ı terör örgütü olarak tanımadık, bugün de tanımıyoruz. Bunun da gerekçesi şu, Çünkü İsrail, Filistin ülkesinin topraklarını işgal etti. Bugün Filistin Devleti’nin, kendi ayakları üzerinde durmasına izin vermiyor, Filistin topraklarında, yerleşimciler üzerinden yayılıyor. Filistinli vatandaşların, hayatını yaşanmaz hale getiriyor, Filistin’de hastaneleri, okulları, camileri, kiliseleri, bombalıyor. Böyle bir ortamda da Filistin’in, kendisini savunma hakkı var. Bu hakkı da Filistin’in, başka devletler gibi ordusu yok. Ordusu olmayınca da böyle militanlardan oluşan gruplar ortaya çıkıyor.” dedi.
“İsrail belki de işgal için saldırı olsun istiyor!”
Filistin’in savunmasını, 30 yıl öncesine kadar Filistin Kurtuluş Örgütü’nün yaptığını hatırlatan Doç. Dr. Alptekin, “ Sonra onlar, tamamen pasifist bir duruma büründüler. Son yıllarda da Hamas bir reaksiyon gösteriyor. Burada mühim olan kısım şu, saldıran kim, buna karşı savunan kim? Hamas, burada saldıran taraf değil aslında. Hamas saldırılan tarafın savunan gücü. Bu da biraz fizik kuralları gibi bir şey. Siz bir yeri sürekli bombalarsanız, sürekli oradaki insanları katlederseniz, oradan da size karşı şiddet uygulayacak gruplar çıkar. Hatta belki İsrail de bunu istiyor. Belki İsrail de Filistin topraklarında kendi ülkesine yönelik saldırıların çıkması için belki de uğraşıyor. Bu sayede belki de işgali sürdürülebilir kılıyor. O yüzden de burada eğer bir tarafı suçlayacaksak, eğer bir parmak göstereceksek, burada işgal eden, saldıran, sayılara baktığımızda katliamlar gerçekleştiren taraf da İsrail’dir ve bu sadece 7 Ekim’de başlamadı. Bu 1948’den beri de böyle. Daha öncesinde de Britanya manda yönetiminden beri öyle. İsrail’in, orada bir baskı, yıldırma, şiddet, işgal politikası var. Bunu da belki BBC, CNN söyleyemiyor. Onların duygusal bir bağı var İsrail’e. Ama nesnel gerçeklik budur.” ifadelerini kullandı.
Türkiye İsrail İlişkileri!
Türkiye ve İsrail arasında normalleşme, ilişkileri yumuşatma üzerine çalışmalar yapılırken, İsrail’in, Filistin’e yönelik gerçekleştirdiği savaş suçu olarak kabul edilen eylemlerinden sonra, Türkiye’nin, İsrail’e yapacağı ziyaretler iptal edilirken, iki ülke arasında doğal gaz ihracatı ile ilgili yürütülen proje de durduruldu.
İsrail’in, insanlık dışı uygulamaları sürdükçe Türkiye ile ilişkilere de zarar geldiğini ifade eden Doç. Dr. Alptekin, sözlerini şu şekilde sonlandırdı, “İsrail, aslında bu katliamları yaparken, sadece Filistin’e zarar vermiyor, kendisini de güvensizlik ortamına hapsediyor. Kendilerini de komşularıyla, hasım durumuna sokuyor. Kendisi de o bölgedeki radikalleşmeyi körüklüyor. O radikalleşme, daha sonra dönüp dolaşacak ve İsrail’i vuracak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması, bu anlamda bir İsrail karşıtı, tek taraflı bir konuşma değildi. İsrail’in, katliamlarının Filistin kadar İsrail’e uzun dönemde zarar verdiğini söylüyordu.”