Arthur Rimbaud bundan yaklaşık 150 yıl önce içinde bulunduğu Avrupa’yı şöyle tarif ediyordu: “Kimdim geçen yüzyılda: yalnız bugün buluyorum kendimi. Ne göçebeler var artık, ne garip savaşlar. Her şeyi kapladı aşağılık kan —halk denen şeyi, aklı, ulusu ve bilimi. Ah o bilim! Yeniden düzene kondu her şey. Beden ve ruh için dua yerine, tıp var, felsefe var, gözden geçirildi her şey, kocakarı ilaçları, halk türküleri. Ve hükümdarların eğlenceleri, yasakladıkları oyunlar! Coğrafya, kozmografya, mekanik, kimya!.. Bilim, yeni soyluluk! İlerleme! Dünya dönüyor! Neden dönmesin ki?  Sayıların hikmeti bu. Ruha gidiyoruz. Hiç şaşmaz, kehanet bu söylediğim, duyuyorum, açıklamaya kalksam zındıksın diyecekler, susmalı.”

Rimbaud kâhin miydi bilemiyorum fakat modern şiiri başlatan bir deha idi ve içinde yaşadığı çağın varacağı yeri en az 100 yıl öncesinden okumayı bilmişti. Bu sebeple olsa gerek “Cehennemde Bir Mevsim” koymuştu eserlerinden birinin ismini. Tıpkı Baudelaire gibi Nietzsche gibi deliliğin kıyılarında gezinen bu şairler her anlamda modern çağın kurbanı oldular. Her birinin genç yaşta hayata veda etmesi, içlerindeki bu fırtınanın şiddetinden olsa gerek.

20. yüzyıl, bu kehanetleri doğrulayan gelişmelere sahne oldu. İki büyük Dünya Savaşı, Varoluşçuluk, Gerçeküstücülük, cinnet, kitlesel katliamlar ve yalnızlaşan/yabancılaşan insan… Tarihin tamamındakileri toplasak, bu yüzyılda ölen/öldürülen insanların sayısına ulaşamıyoruz! İntiharın adeta moda haline geldiği bir başka çağ da yok. Tutamağını, inancını, ahlakını yitirmiş insandan daha tehlikeli bir yaratık olmadığını bu çağ bize çok acı şekilde gösterdi.

21. yüzyıla adım attığımız 2000’li yıllarla birlikte tehlikenin bir başka türüyle karşı karşıya kaldık: Bağımlılık! Olur mu öyle şey, bağımlılık her dönemde vardı, uyuşturucu-afyon-esrar-alkol hemen her dönemin alışkanlığıydı diyenler olabilir. Bu sebeple hemen belirtmeliyim ki burada bahsettiğimiz bağımlılık bambaşka bir tür ve öncekilerden katbekat tehlikeli: Teknoloji bağımlılığı!

Özellikle iletişim teknolojilerinde meydana gelen yenilikler insanı sonsuz bireyciliğin, hazcılığın, menfaatperestliğin ve neme lazımcılığın esiri haline getirdi. Kimse kimsenin umurunda değil artık. Empati duygumuzu yitirdik. Yeni ve tasarlanmış bir gerçeklik içerisine hapsedildik. Tıpkı The Walking Dead (Yürüyen Ölüler) gibi, bir bilgisayar oyununda yaşayan, hiçbir şey hissetmeyen, amaçsız ve umarsız yığınlara dönüşüyoruz. Son dönemlerde artan sanal gerçeklik eleştirisi niteliğindeki filmler, bunun bir diğer göstergesi olsa gerek. En yakınımızdaki örnek: Black Mirror!

Heidegger’e göre insan, teknik çağın sürecini kendi ihtiyaçları ve amaçları doğrultusunda sadece araç-gereç üreten bir fabrika gibi tasarlamış, onun durmak bilmeyen mükemmelleştirme çarkına kapılmış, başarıları karşısında büyülenip kalmış ve asıl görmesi ve asıl kavraması gereken şeyden yani ‘varlığın’ çağrısından ve kendi hakikatinden uzaklaşmıştır. Bu nedenle içinde yaşadığımız mebzul bağımlılık simülasyonundan çıkmak, göründüğü kadar kolay değildir. Heidegger’in moderniteye olan düşmanlığı da buradan kaynaklanmaktadır. O, kendi zamanını (yani 1930-1970), insanlığı her anlamda çöle dönüştürecek “karanlık dünya”nın bir başlangıcı olarak görür. Ona göre yeni düşünce “gelecek dünya (world-era) zamanına kaçınılmaz olarak giden patikada” durmaktadır.

Yaşanmışlıklar, işin en açıklayıcı yönüdür. Cep telefonumuzun şarjı bittiğinde, bilgisayarımız arızalandığında, elektrikler kesildiğinde, internete erişim kısıtlandığında yaşadığımız çaresizlik hali, özünde bir bağımlılık göstergesidir. Hele ki gençlerde! Şimdilerde ebeveynlerin çocuklarını cezalandırmada kullandığı en etkili yöntem cep telefonunu elinden almak. Çocuğun elinden cep telefonu alındığında adeta dünyası kararıyor. Bu öylesine tehlikeli bir bağımlılık ki onsuz yaşayamayacağımız fikri adeta en derinimize işlenmiş. Bu yeni bağımlılık insanı içeriden eritiyor, yavaş yavaş zehirliyor, ruhları insanın bedeninden söküp alıyor ve her birini yürüyen ölü haline getiriyor. Bundan daha etkili bir kitlesel öldürme yolu düşünebiliyor musunuz? İnsanlar normal hayatlarına devam ettiklerini sanıyorlar lakin yaşayan kendileri değil. Daha da kötüsü “ sosyal medya perhizi-sosyal medya detoksu” adı altındaki kısa uzaklaşmalar dışında, bunun bağımlılık olduğunu ve köklü bir tedaviye muhtaç olduklarını düşünmüyorlar. Ne yapmalı, nereden başlamalı? İşte cevabını bulmamız gereken sorular bu olmalı. Bir defa sorgulamaya başlarsak gerisi gelecektir. Batı dünyası, bu sorgulamaya uzun süre önce başladı. Biz ise Batı teknolojilerinin büyük bir pazarı olarak henüz sorgulama gereği duymuyoruz. Bakalım ne zaman bu işi ciddiye alacağız.