‘Münazarayı’ bırakıp ‘münakaşaya’ başladığımız günden bu tarafa artık eskisi gibi konuşamıyoruz. Acaba diyorum konuşamadığımız için mi tartışıyoruz, yoksa tartıştığımız için mi konuşamıyoruz? Bilemedim şimdi işin doğrusu. Ama kesin olarak bildiğim bir şey var ki dostlar ‘ne tuttuğumuz elin kıymetini biliyoruz ne de konuşurken artık tartarak konuşuyoruz.’ Birbirimize karşı hiç olmadığı kadar sabırsız ve öfkeliyiz. Iskalıyor ve unutuyoruz yaratılış gerçeklerimizi. Her ne kadar, birtakım farklılıklarımız olsa da farklı geleneklere ve yaşam koşullarına sahip olsak da özünde hepimiz bir damla sudan yaratılmış insanlarız. Elbette hepimizin şu yalan dünyaya ait ayrı ayrı düşünceleri, ayrı ayrı duyguları, ayrı ayrı istekleri var. Lakin bu tezatlıklarda da yine hayatı göremiyoruz…

Münazara etmek birlikte düşünüp, birlikte tartışmaktır. Ve gayet insani ve medeni bir durumdur. Hepimiz her konuda aynı şeyleri düşünmek ve aynı tavrı göstermek durumunda değiliz. Çünkü bizler insanız. Amma velâkin her şeyin bir usulü yolu-yordamı olduğu gibi, tartışmanın da bir adab-ı erkân’ı vardır. Hem sanıldığı üzere münazara kazanılmaz ya da kaybedilmez, sadece faydalanılır. Allahu Teâlâ, insanı eşrefi mahlûkat olarak, konuşabilen düşünebilen ve fikir üretebilen bir varlık olarak yaratmıştır. İyi bir öğrenme yöntemi de olan münazara insani bir olgudur. Herkesin elbette kendisine göre bir takım doğruları fikir ve düşünceleri vardır. Bize düşen kardeşlik düzleminde buna saygı göstermektir. Bilesiniz ki münazara kültürü, bir ülkenin entelektüel birikiminde ve siyaset yapısında bir medeniyet göstergesidir. “Bir saat münazara bir ay mütalaadan iyidir” diyen ecdadımız, evlatlarının Adabu’l-bahs ve’l-münazara dersini almalarını ve bu yöntem ile yetişip liyakat sahibi olmalarını ziyadesiyle önemserlerdi. Keşke şimdi de yine bu ders müfredata tekrar konulabilse ne güzel olur…

Sahabe döneminde münazaralar hak ve hakikat yolcusu âlimler arasında yapılır, Kur’ân’ın hükümleri asla tartışma konusu yapılmazdı. Onlar birbirlerini kırmaz, har daim bilgilerine saygı duyar hak ve hakikati ziyadesi ile önemserlerdi. Bir gün sahabelerinin kendi aralarında dini bir mevzuda münakaşa edip tartıştığını gören ve öfkelenen Seyyidü’l-Mürselîn Efendimiz (sas) “Bırakın tartışmayı! Sizden öncekiler sırf bunun yüzünden helak oldu. Tartışmanın faydası yoktur, tartışma zararlıdır. Mümin münakaşa etmez. Münakaşa edene şefaat etmem.” diye buyurmuştu…

Velhasıl demem o ki dostlar, ne yazık ki bizler hala münazarayı karşımızdaki ile tartışmak ona karşı çıkmak, onun söylediğinin tersine bir görüşü savunmak zannediyoruz. ‘Her konuda aynı görüşte olmak zorunda olmadığımız gibi her konuda farklı düşünmek zorunda da değiliz. Herkesin her konuda her şeyi bilmesi gibi bir kural olmadığı gibi, böyle bir anlayış da zinhar mümkün değildir. Münazara ediyorum derken; hakikati boğmak, akılları karıştırıp fitne çıkarmak, bilgiçlik taslamak, başkalarını salak yerine koyup onlara küfür etmek ya da hakaret edip aşağılamak asla bir Müslüman’a yakışmaz. Münazara ile tartışma arasındaki ince çizgiye dikkat etmek gerekir. Münazara, birlikte düşünüp istişare ederek beyin fırtınası oluşturmayı hedeflerken, tartışma karşısındaki ile münakaşa etmeyi, düşünceye hile katıp muhatabına hakaret etmeyi, onunla inatlaşıp egosunu tatmin etmeyi ister. Yazımızı Anter’in bir sözü ile bitirelim. Ne diyordu Eddi Anter “Her şeyi bildiğini zanneden cahil insanlar vardır; hiçbir şeyi bilmediğinin farkında olan bilgeler de…” Rabbim bizleri, asla bildiğini zannedenlerden eylemesin, tayin ettiği istikamette Sırat-ı Müstakim’den ayırmasın.

Selametle…