Hazırlayan: Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?

Diyor büyük şair Necip Fazıl. Ne güzel söylemiş, ölüm ne güzel nimetmiş. Hele de maneviyatın zarar gördüğü, dünyaya dair maddi ne varsa rağbet edildiği bir zamanda yüreklerde imanı taşımanın, kor ateşleri avuçlarda taşımaktan daha zor olduğu bir çağda, sevgi ve saygı kavramlarının anlamını yitirdiği; hoşgörünün, merhametin yerini, zulmün aldığı; bencilliğin ve çıkarcılığın tavan yaptığı, özgüven ile kibrin birbirine karıştığı bir dünyada gerçekten de ölüm ne güzel nimet...

Bugünlerde okuduğum henüz bitiremediğim 1998 yıllında Nobel Edebiyat Ödülünü alan "Ölüm, Bir Varmış Bir Yokmuş" adlı eserinde Jose Saramago, ölümün ne güzel bir nimet olduğunu anlatıyor. Düşünsenize ölümün olmadığı bir yer… Kitabın kapağında "Adı bilinmeyen bir ülkede dünya kuruldu kurulalı hiç görülmemiş bir olay gerçekleşir. Ölüm o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve hiç kimse ölmez. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü edebi toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde inceleyen Jose Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş" u başladığı gibi bitiriyor. Ertesi gün hiç ölmedi” diye  eserin içeriği anlatılır. Ve tekrar ölümün ne güzel bir nimet olduğunu idrak ederiz.

Ölüm, ölüm dediğin nedir ki gülüm,

Ben senin için yaşamayı göze almışım.

Diyen şair gibi artık yaşam şartlarının zorlaştığı bir dünyada insanın hayata tutunacak, yaşamayı göze alacak bir dalı olmalı... Tuttuğunda kırılmayacak sapasağlam bir dal... Bir kişi olmalı… Bir amacı olmalı…

BİZİM AMACIMIZ BELLİ: ALLAH’A KULLUK…

Biz, bu kulluğun neresindeyiz? Bu kulluk yolculuğumuzda yegâne rehberimiz olan, kainatın yaratılış sebebi, aşkın ta kendisi olan Peygamber Efendimiz (Aleyhissalatu Vesselam), bizim hayatımızın neresinde… Merkezinde mi, kıyısında köşesinde mi?

Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim;

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim...

En Sevgili 'ye uymayan ölçüyü; biz, modernleşmek adına bugün hayatın merkezine koyduğumuz için bütün dünya Müslümanları olarak rezil rüsva durumdayız. Hasan Basri’nin çok güzel bir tespiti kulaklarımda çınladı. Kendi zamanındaki Müslümanları görünce mübarek diyor ki "Siz sahabeyi görseydiniz, bunlar deli derdiniz; onar sizi görselerdi, bunlar mümin değil derlerdi." Bizim halimizi görselerdi acaba ne derlerdi. Ölçü belli: Kuran ve sünnet ….Sımsıkı sarılacağımız dalımız….

Yakın zamanda ebediyete uğurladığımız Sezai Karakoç'un bir ömür harcadığı düşünce şuuru olan "BİZ MÜSLÜMANIZ" ilkesini fiillerimize, duygularımıza, düşüncelerimize, kalbimizin zarına kadar ah bir yerleştirebilsek… Sonra diyebilsek Kubbe-i Hadra’nın altında, En sevilinin huzurunda demir nikabının önünde...

"Ey Sevgili…

En Sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim…”

diyerek tövbe gözyaşları ile temizlensek sonra seslensek …

Ey Nebi...

Ey Sevgili…

Sana geldim.

Halime bakmadan, dağlar kadar günahlarıma aldırmadan, iflassın eşiğinde olan ömrüme aldırmadan, sana geldim. Ayaklarına kapanmaya geldim. Af dilemeye geldim. Affa layık olmasam da...

"Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın"

Bu hasret, bu vuslat, mahşer gününe kalmasın ya Resulullah diyerek Peygamber Efendimiz ’in elinden şehadet şerbetini içerek ötelerin ötesine bakan gözlerine dalarak;

Hani kıyametin koptuğu, yerin bir başka, göğün bir başka olduğu, dağların hallaç pamuğu gibi atıldığı, denizlerin tutuşturulduğu, herkesin “nefsi nefsi...” diyerek kaçacak bir yer aradığı o dehşetli günde, ben seni nerede bulayım. Ashabına söz verdiğin gibi “Kevser’in başında beni de bekleyeceğine dair söz verir misin? Beni de almadan cennete gitmez misin?” diyerek, son nefesimizi vermeyi Rabbim hepimize nasip etsin. Bu sözü söyleyebilecek bir hayat yaşamayı ihsan etsin, ikram etsin… Cennet'ül Baki'de bir yer de bize lütfetsin...

Serpil Yağız

***
Yol

Yol, bitmek tükenmek bilmeyen bir yol… Öyle miydi, gerçekten de uzun muydu bu kadar, bilmiyorum. Aslında biliyorum ama anlam veremiyorum. Kim, neyine güveniyor? Mal, mülk, makam… bunlara mı? Gerçekten de gülünç! Neyse, meseleye dönelim. Mesele demişken, mesele belli, kısa ve öz. O, çok uzun gördüğünüz hayasız yol Bitecek. İşte o zaman açılacak perde. O zaman, tekrar ediyorum, kim neyine güveniyor? Bu iş, öyle iftira atıp zan altında bırakmaya benzemez veya kendini şah görmeye de… Zaten görseniz ne yazar? Süleyman da eli boş gitti, şu çok uzun gördüğünüz yoldan. Şu, yolu uzun görenlerin yapabileceği en iyi şey, kefeninin kumaşını kaliteli seçmek olur. Şimdi yapacağımız şey, kefenimizi, bayramlık; mezarımızı, yatağımız; ölümümüzü ise başlangıç olarak görmektir…

Muhammed Zeki AKTAŞ

***
Sen uyursan her şey mahfuz kalır

Ne oluyor bu insanlara, neden uyanmıyorlar, niçin mutluluğu boş şeylerde arıyorlar veya mutluymuş gibi davranıyorlar? Nerede sıla-i rahim? Kafamda deli sorular var… Kuzenim ile buluşmaya gittiğimde neden kafası hep dikdörtgen cama bakıyor? Bu soruların cevabı taa Tanzimat Dönemi’nde gizli. Biz Müslümanlar ne zaman rahata alıştırıldık, işte o zamandan beri bu haldeyiz. Eğer uyanırsak, rahatın rahatsızlığını hissederiz. Teknolojiyi yanlış kullanım, bizi çok bozdu. “Bu teknolojiyi kullanamaz mıyız?” sorusu geliyor akla, tabii ki de hayır. Sence bu insanlar hâlâ at ile mi ulaşım sağlasınlar veya dumanla mı iletişim kursunlar. Ama biz bu rahatlığa çok alıştık ve şımardık. En ufak bir rahatsızlıkta mırın kırın ediyoruz.

BİZ BU RAHATLIĞA ÇOK ALIŞTIK VE ŞIMARDIK

“Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntılar çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki, peygamber ve yanındakiler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır (Bakara 214).”

Çok değil bundan 5-10 sene sonra, eğer böyle devam edersek, yani teknolojiyi öyle boş işler için kullanırsak, sonumuz hiç hayra alamet değil. Ama ben inanıyorum ki Sezai Bey’in de dediği gibi Müslümanlar, Bedir-Uhud-Hendek döngüsünde olup, şu an hendekte olduğumuza ve bizi Bedir’in beklediğine inanıyorum. Bana gülebilir, benimle dalga geçebilir, hatta beni alaya alabilirsiniz. Ama lütfen kalkın ve silkelenin. Eğer sen kalkmazsan ben kalkmazsam, insanlık susuz kalır, aç kalır, köle olur, şeytanın elinde yok olur gider.

Unutma! Sen uyursan her şey mahfuz kalır.

Eyüp Can YONCA

Editör: TE Bilisim