Hazırlayan: Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Öğrencileri - Öncelikle, bilmeyenler için demir kubbe 2010’da İsrailli şirket Rafael tarafından Amerikalı Raytheon şirketinin büyük teknoloji desteğiyle geliştirilmesi tamamlanan ve maliyetiyle gündemden düşmeyen alçak irtifa bir hava savunma sistemidir. İsrailli şirketler tarafından tahmini 400 milyon dolara geliştirilmiş (300 milyon doları Amerika tarafından dan hibe edildi) ve bir füze maliyeti 50 bin dolar olan sistem her sene Amerika’nın verdiği 73 milyon dolarlık destek sayesinde sorunsuz çalışıyordu daha doğrusu biz öyle biliyorduk. Fakat bu sene olanlar hem uzmanları hem de bizim gibi insanları gerçekten şaşırttı çünkü Gassam tugayları bu sistemleri tanesi sadece 300 ile 800 dolar arası olan güdümsüz ilkel ve masrafsız sistemleri ile delmeyi başardı.

Soruyorum size bu mümkün mü, mümkün ise nasıl oldu? Öncelikle şuna açıklık getirmek lazım. Demir kubbe maalesef çökmedi her ne kadar basın her zaman olduğu gibi derinlemesine araştırma yapmadan böyle bir iddiada bulunsa da veriler yalan söylemez. Mevcut isabet oranı hala %85 civarı. Yazının bu kısmında biraz kafanız karışmış olabilir ve yazdıklarımın birbiriyle çeliştiği fikrine kapılmış olabilirsiniz ama işin aslı şu ki ortada Filistin’in önemli bir başarısı vardır. Bu başarı ise akla ve zekaya dayanır yani taktiksel bir başarıdır. Ortadaki başarıyı daha iyi anlamanız için size biraz da Gassam roketleri hakkında bilgi vermem gerekir. Bu silahlar kısıtlı imkanlar altında Filistinli mühendisler tarafından geliştirildi ve çok temel bir iki işlemle üretebilirler. İşte, asıl güçleri ve vurucu noktaları da bu. Hızlı bir şekilde düşük maliyetle üretilebilip aynı anda birden fazla ateşleyebiliyor ve sistemin mevcut olarak en büyük açığı olan nicelik eksikliğinden faydalanıyor. Bu sayede demir kubbenin bir launcherındaki roket sayısı olan 20 adet geçildiği anda sistem devre dışı kalıyor ve dakikalarca yeniden kullanıma sokulamıyor. Bu olayın İsrail’e maliyeti ise 1 milyon dolar.

 Anlayacağınız mali olarak baş edilemeyecek bir canavarın cebindeki tüm parayı alıyor. Unutmayın, biz asla onlar kadar zengin olamayacağız ama biz aklımızla, teknolojiyle onlara galip gelebiliriz.

Muhammet Karadağ

 *** 

İsyan ve anlam… 

Bıktım, artık ben. Bitmeyen sorulardan, sonu gelmeyen cevaplardan, dürüst yalancılardan şehir seslerinden bıktım. Maskeden, maske altındaki gülümsemeden, arilikle örtünen hislerden, örtülerde saklanan döküntülerden, hayatı doğaçlama yaşamaktan usandım artık ben… Geçmeyen günlerden, bitmeyen uykulardan, durmayan akıntılardan. Şimdi doğruyu söyle bana karşıma geçip kim olduğumu mu soruyorsun içinden? Ben senim. İç sesinim ben. İçindeki dalgaları görüyorum setler dikiyorsun önlerine fışkırmasın diye gözlerinden. Ne yapmak istiyorum biliyor musun? Bir küheylan kapıp kaçmak istiyorum. Semersiz, bağsız, rotasız koşmak istiyorum ufuklara… Atımı şaha kaldırıp dalmak istiyorum içimdeki dalgalara. Kükremek, anlamsızca haykırmak istiyorum dağlara; dağlardan dönen yankılara... Söyler misin neyi arıyorum ben?

Bir şarkının nağmesinde, bir kalemin gıcırtısında, gecenin yalnızlığında, seher vakti yapraklarda doğan şebnem tanelerinde neyi arıyorum? Yağmur kokusuna doymuş toprağın altında, kupkuru ağaçların dibinde, faniliği kaçınılmaz bir alemde neyi arıyorum ben?

Bir ışık, bir nefes belki de bir esintidir aradığım. Sağa sola çarpmadan, ağaçları koparmadan, çocukları üşütmeden beni çekip götüren narin bir esinti… Belki de hodbinlik kokusunun sinmediği bir parça bez arıyorumdur. Bir koku, içime çektiğimde atımı dizginleyecek, dalgalarımı dindirecek bir koku. Ne denir buna? Hani insanlığın aradığı kavram derler ya hep… Heh! Sanırım buldum, mutluluk. Evet, evet mutluluk. Hatta felsefeye göz atanlar bilirler, insanlık hep mutluluğun peşinde olmuştur.

Peki, neydi mutluluk? Aşk mı? Para mı? Daha fazla beğenilmek mi? Yoksa her arzuya sahip olmak mı? Bugünlerde herkes kendine göre mutlu değil mi zaten? Bir insanın mutluluğu yaşadığını ya da mutluluğu oynadığını nerden anlarız? Ayrıca çocukluğun bile canavarca istismar edildiği bir dünyada mutluluğu aramak aptalca değil mi? Hayır, aptal değilim ben. Aradığım bu değil, bu olmamalı! Hiçbir arzuya bağlı olmamalı! Varlıktaki tüm duyguları yaşasam da sahip olunabilecek her şeye sahip olsam da bu beni daha cefalı değil daha huzurlu etmeli. O halde aradığım anlam… Bir dakika! Huzuru arıyorum ben. Evet, kesinlikle huzur.

Sahiden neydi huzur? Sözlüğe bakılırsa Arapça’da “Hazır bulundu, durdu” anlamına gelen “Hadara” fiilinden geliyor. Başka bir deyişle hazır, sabit ve dengeli olma durumudur huzur. Sakinlik, durgunluk… Öyle değil mi zaten? Bunca arbedenin ortasında sükûnet içinde kendine dönmek değil midir huzur? Hırs ve tamahtan soyutlanıp kani olmak değil midir? Huzur, efradındaki herkes kahkahalarla boğulurken gözden akan yaşın sıcaklığını hissetmektir. Herkes kendini Karun zannederken dünyanın beş para etmez olduğunu anlamaktır. Güçlü olmak için ezerken, ezilirken aslında herkesin acizlikte eşit olduğunu kavramaktır.

Huzur, sahip olduklarımızın, hüküm sürdüklerimizin bize ait olmadığını anlayıp nihayetinde her şeyden mücerret bir biçimde âlemlerin yegâne sahibinin huzurunda baş eğmektir. Huzura kavuşmak için yola çıkılmaz ama huzurlu olanlar hep yoldadır.

Mahmud ZEYN    

***

SANAT KÖŞESİ…

Bir Aşk Öyküsü: Kürk Mantolu Madonna

"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum 'Kürk Mantolu Madonna'yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulanmadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına dair, yanıtlaması zor sorular soruyor.

Rasim, Raif Efendi ile aynı odada çalışmaktadır. Raif Efendi sessiz, sakin bir adamdır. Rasim yapılacak bir çevirinin yetişmesi gerektiği için, işe gelmeyen Raif Efendi’nin evine girer. Raif Efendi kalabalık bir evde ezilmektedir. Evin geçimini de kendi maaşı ile karşılar. Raif Efendi’nin çekmecesinde bir kitap vardır. Kitap Raif Efendi’nin hayat hikayesi ile oluşturulmuştur. Raif Efendi sabun fabrikası sahibi babası tarafından Almanya’ya işleri öğrenmesi için gönderilmiştir. Almanya’da bir sergide Kürk Mantolu Madonna adlı bir tablo görür. Tabloya uzun uzun bakar. Tablo ile ilgili sorular soran Maria Puder tablodaki kadındır ve kürk manto giymektedir. Raif Efendi kürk mantolu kadına sırılsıklam âşık olur. Bir süre sonra kadın da aşkını itiraf eder. Türkiye’ye Maria’yı yanına aldırmak vesilesiyle tekrar dönen Raif Efendi, mektuplarının karşılıksız kalması üzerine merak içinde kalır ve ondan bir daha haber alamaz. Yıllar sonra Maria’nın kuzeni ile İstanbul’da karşılaşan Raif Efendi Maria’nın öldüğünü öğrenir. Kuzeninin yanındaki kız ise Raif Efendi ile Maria’nın kızıdır.

“İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı.”

"Bir ümidim yok. Bu sondu. Artık hiçbir şeyin değişmesine imkân yok, lüzum da yok."

"Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
"Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."

"... İnsanlara ne kadar muhtaç olursam, onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu..."

Kitap bir solukta okunabilecek kaliteli bir eser. Dil akıcı, olay sürükleyiciydi. Bölümlere ayrılmadan tek parça halinde yazılmış bir eserdir. Merak duygusu hep üst seviyededir ve bu yüzden kitap bitinceye kadar bırakmak istemiyoruz. Kitapta güçlü tahlillere yer verilmiş ve betimlemeler de oldukça iyiydi. Kişilerin içine düştüğü bunalımları, umutları, güveni, sadakati, saflığı çok iyi şekilde harmanlamış olduğunu düşünüyorum. Çok güzel bir roman deyip geçmek kitap ve Sabahattin Ali için büyük haksızlık olur. Kitabı okumadan önce popülerliğini biliyordum. O nedenle büyük beklenti içerisinde okudum. Ve beklentilerimi karşıladığını düşünüyorum. Sadece sıradan bir aşk romanı olarak ele alınmaması gereken bu önemli eser; akıcılığı, anlaşılırlığı, olay örgüsü ve özellikle de derin kişilik tahlilleriyle oldukça etkileyici bir kitap.
Romanın iki önemli karakteri var: Maria Puder ve Raif efendi. Maria Puder'i bu kara kaplı defter açılıp sırlar ortaya dökülmeye başladıkça tanıyacaksınız. Yaşadığından şüphe edilecek kadar silik biri olan Raif Efendi'nin iç dünyasında ne büyük fırtınalar koptuğunu, bunları kimseyle paylaşamayarak tek çare kara kaplı defterine aktardığını göreceksiniz ve bir tablo ile başlayan büyük bir aşkın, saf tertemiz duyguların anlatıldığı belki de şimdiye kadar böylesini okumadığınız çok büyük bir aşk romanıyla karşılaşacaksınız. Ben çok beğendim okurken. Umarım siz de çok beğenirsiniz. Keyifli okumalar.

Tarık Körür

***

Bazı kelimeler çok güzel!

Kelime: Meftûn

Kökeni: Arapça

Anlamı: Gözü başka bir şey görmeyen tutkulu aşık…

Seyfullâh

Editör: TE Bilisim