Deniz İstikbal - M. Ali Uçar / Analiz-AA

Afrika, uzun yıllar boyunca devam eden sömürge yönetimleri ve modern zamanlarda farklı formlarla devam eden tahakküm çabalarının sonucu olarak günümüzde birçok problemle karşı karşıya. Bu sorunlar arasında kronik yoksulluk, altyapı eksikliği, iç istikrarsızlıklar, gıda yetersizliği ve güvenlik gibi konular öne çıkıyor. Özellikle finansal kaynak yetersizliği nedeniyle yoksulluk kıtanın pek çok ülkesi için en temel sorun. Yıllık 170 milyar dolarlık altyapı yatırımına ihtiyaç duyan coğrafya, kendi kaynaklarıyla bu ihtiyaçlara cevap veremiyor. İnsanların temiz su ve gıdaya erişimi kronik bir sorun iken pandemi koşulları sağlık sektöründeki problemleri daha da derinleştirdi.

Kovid-19 virüsünün kıta genelinde diğer bölgelere göre daha yavaş yayılım göstermesine mukabil ekonomik kaynak eksikliği ve sağlık personeli yetersizliği kriz şartlarını ağırlaştırıyor. Küresel sağlık krizine eşlik eden ekonomik zorluklar da kıtanın sahip olduğu finansal koşullara ek yükler getiriyor. Yeterli borç bulma imkânının zorluğu, kamu bütçelerinin salgın ile mücadelede yetersiz kalması ve zengin ülkelerin yardım yapma konusunda yeterince istekli olmayışı kıtayı ekonomik olarak etkisi altına alıyor. Bu süreçte bölgeye yardım yapan az sayıdaki ülke arasında yer alan Türkiye ve Almanya, kıtanın küresel krizi daha az hasarla atlatmasına fırsat tanıdı. İki ülkenin de bölgede yatırım, ticaret imkanlarının yanı sıra kredi ve yardımlarla ön plana çıkması diğer aktörlere kıyasla kıta ülkeleriyle ilişkilerini stratejik boyuta taşıdı.

AFRİKA’DA KÜRESEL REKABET

Zengin doğal kaynakları nedeniyle son altı yüzyıldır sömürgeci güçlerin ekonomik, kültürel ve siyasi etkisine maruz kalan Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını geç bir dönemde sağlayabildi. Deniz yoluyla ticari üsler kuran Batılı sömürgeciler yaklaşık 500 yıl fiili olarak Afrika topraklarında tahakküm kurdu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından değişen küresel sistem ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmasına yardımcı oldu. Bu değişim iki kutuplu rekabeti beraberinde getirirken birçok Afrika ülkesi sosyalist modele yakın durdu. Sovyetlerin dağılmasıyla bölge liberal piyasa şartlarına yeniden dönüş yaptı.

Ancak Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların reform önerileri kıtanın gelişimine çok az katkı sağladı. ABD, Avrupa Birliği (AB), Japonya ve Çin gibi küresel aktörlerin finansal kaynakları ve yatırımlarını Afrika’ya doğru genişletmesi ise kıtada rekabeti beraberinde getirdi. Oluşan rekabet bölge ülkeleri için yeni fırsatlar sağladı. Bu fırsatların başında ise yatırım, ticaret, kredi ve yardımların farklı kaynaklardan temin edilebilmesi geliyor. Bu süreçte pek çok aktör Afrika ülkeleri ile kendilerinin daha fazla yarar sağladığı bir ilişki geliştirdi. Türkiye, Almanya, Güney Kore ve Japonya ise daha dengeli ve iki tarafın da fayda temin ettiği bir ilişki yürüttü.

MUHTEMEL İŞBİRLİĞİ

Türkiye de Almanya gibi son yıllarda Afrika’da doğrudan yatırımlarını artırıyor. 2003’te Afrika’da 12 elçiliği ve yaklaşık 100 milyon dolar doğrudan yatırımı bulunan Türkiye, 2021 itibarıyla elçilik sayısını 42’ye, doğrudan yatırımı ise 8 milyar dolara çıkardı. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle yaklaşık 22 milyar dolarlık ticaret hacmi bulunuyor. 2021 yılı rakamları ile kıtada Türkiye 8, Almanya 15 milyar dolarlık doğrudan yatırım stokuna sahip. Ticaret hacimleri ve yatırım stokları dikkate alındığında Türkiye ve Almanya Afrika’da önemli aktörler arasında yer alıyorlar. Fakat diğer ülkelere kıyasla Ankara ve Berlin’in bölgede daha büyük bir potansiyeli var. Mevcut potansiyelin küresel salgın sonrası daha görünür hale gelmesi ise Afrika’nın ihtiyaç duyduğu kaynaklara ulaşmasına yarar sağlayacak. Araştırmalar Afrika’nın sahip olduğu insan kaynağı ve kalkınma potansiyeliyle birçok ülkeyi salgın sonrası kıtaya çekeceğini gösteriyor.

Editör: TE Bilisim