Muhammed Ali Uçar / Analiz AA

Demokrasinin en önemli unsurları bireylerin yönetime aktif katılımını, sistemin işlemesine katkıda bulunabilmelerini, seçme ve seçilme hakkını sağlamasıdır. Bu yönüyle yönetime entegre olmuş bireyler iktidarı ve sosyal düzeni meşrulaştırır. Bireylerin demokrasilerde bu işlevleri yerine getirebilmelerini sağlayan en başlıca kurum ise siyasi partilerdir. Bireylerin siyaset içinde aktif olmasındaki en temel faktör ise bir partiye mensup olmaktır. Parti üyeliği, bireyin bir siyasi partiye örgütsel bağlılığını sağlar ve üyelere yükümlülükler ve ayrıcalıklar tanır. Yirminci yüzyılın başlarında sosyalist partilerin başlattığı siyasi parti üyeliği, daha sonra diğer partiler tarafından da benimsenmiş ve 1950’lerden itibaren üyeler partilerin vazgeçilmez parçası olmuşlardır.

Öyle ki Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger, üyeleri “partilerin özü” ve “faaliyetlerinin merkezi” olarak tanımlamış, üyesiz partileri öğrencisiz öğretmenlere benzeterek partilerin ülkenin geleceğinin siyasi elitlerini yetiştirdiğini ifade etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar demokratik sisteme geçen Almanya’da da siyasi parti üyeliği popüler olmuş ve 1980’lere kadar zirveye çıkmıştır ancak 1980’lerden itibaren düşüşe geçmiştir. Statista’nın verilerine göre günümüzde Almanya’da yaklaşık 1,2 milyon seçmen bir siyasi partinin üyesi. 1990’larda tek başına Hristiyan Demokrat Parti'nin (CDU) bir milyonun üstünde üyesi olduğu göz önüne alındığında Almanya’da siyasi parti üyelerinin hızla partilerden ayrıldıkları görülüyor.

KİTLE PARTİLERİ KÜÇÜLÜYOR

Almanya'da bireylerin siyaset sahnesinden hızla çekilmesindeki faktörlerin başında siyaset kurumunun ve siyasetçilerin halk nezdinde güvenlerini yitirmesi geliyor. Bu güven kaybına ek olarak yıllar içinde toplumsal değerlerin değişmesi, kiliseye bağlılığın azalması, teknolojik gelişmelerle birlikte hareketlilik ve siyasi katılım imkanlarının çeşitlenmesi, bireylerin siyasettençekilmesinde etkili olmuştur. Statista’nın verilerine göre1990 ile 2019 yılları arasında üyelik rakamları karşılaştırıldığında CDU’nun yüzde 47,5, Hristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) yüzde 25,7 ve Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) ise yüzde 53,6 oranlarında üye kaybı yaşadığı görülüyor. Yerleşik partilerin küçülmesine karşın alternatif olarak ortaya çıkan Yeşiller’in üye sayısı yüzde 82,3 ve aşırı sağ Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) üye sayısı ise yüzde 89,5 arttı.

Yeni ve alternatif partilerin üye sayılarındaki artışa rağmen toplam üye/seçmen oranına bakıldığında ise Almanya’da 1990 ile 2019 arasında siyasi parti üyelerinin sayısının yarı yarıya düştüğü görülüyor. 1990’da Almanya’daki toplam siyasi parti üye sayısı 2,4 milyonken 2019’da bir milyon 226 bine düşmüştür. Aradaki 30 yılda seçmen nüfusu yaklaşık 60,4 milyon ile sabit kalırken üye sayısı yarı yarıya düşmüştür. Bu rakamlar, Almanya’da seçmenlerin yerleşik partiler yerine alternatif partilere yöneldiğini gösteriyor. CDU, CSU ve SPD gibi yerleşik partilerin verdikleri vaatleri yerine getirme konusundaki genel başarısızlıkları, bireylerin partilerden ayrılmasında önemli olmuştur.

SKANDALLAR HALKI BEZDİRDİ

Almanya’da bireylerin siyasetten soğumaları ve dolayısıyla parti üyeliğinden ayrılmasındaki başlıca nedenlerden biri de siyasilerin karıştığı skandallar. Almanya, son yıllarda önemli politik skandallarla karşılaştı. Bunlardan en önemlisi “Wirecard Skandalı” olarak bilinen; politikacıların, kamu görevlilerinin ve medyanın karıştığı Almanya'nın tarihindeki en büyük finansal dolandırıcılık vakasıdır. SPD’nin 26 Eylül’deki federal seçimlerde şansölye adayı olan Olaf Scholz’un başında bulunduğu Maliye Bakanlığının Wirecard şirketinin 1,9 milyar avroluk yolsuzluğuna göz yumduğu iddiaları, Alman kamuoyunda siyasete güvenin sarsılmasına neden olmuştur.

MASKE REZALETİ

Bir başka önemli skandal ise Kovid-19 sürecinde yaşanan maske skandalı oldu. Bazı milletvekillerinin kamu kurumlarına maske tedarikine aracılık ettiğinin ortaya çıkması ve Federal Sağlık Bakanı Jens Spahn’in eşi Daniel Funke’nin çalıştığı şirketin Sağlık Bakanlığına maske satışı yaptığının ortaya çıkması, seçmenlerin siyasete güvenini azaltan yakın tarihli skandallardan bir diğeri. Bin 575 kişiyle yapılan ankete göre, Almanya’da seçmenlerin yalnızca yüzde 37’si siyasi partilere güvendiğini belirtirken partilere güvenmeyenlerin oranı yüzde 58’e çıkmış durumda.Yerleşik partilerin karıştığı bu skandallar ise bireylerin bu partilerden ayrılması ve alternatif söylemlere sahip olan Yeşiller ve aşırı sağ politika benimseyen AfD gibi partilerin güçlenmesine yol açıyor. 

Merkel döneminin sonu

26 Eylül’de gerçekleşecek seçimler, Şansölye Angela Merkel’in görevi bırakmasından ötürü bir dönemin sonu olması nedeniyle önem arz ediyor ancak bu durum seçimlerin sadece bir yönü. Diğer önemli yön ise son yıllarda yaşanan skandalların, alternatif ve aşırı sağ partilerin yeni nesil seçmenlere yönelik kampanyalarının ve yerleşik CDU, CSU ve SPD’nin giderek üyelerini ve insan kaynağını kaybetmesinin seçimlere nasıl yansıyacağı. Almanya’da siyasal sistem ve seçmen profili dönüşüyor. 26 Eylül’deki seçimler Almanya demokrasisinin geleceğini öngörmek açısından yol gösterici bir rol oynayacak.

Siyasi partilere katılım düşüyor

Hiç kuşkusuz seçmenlerin siyasete parti üyeleri olarak katılımı teknolojinin gelişmesi, akıllı telefonların yayılması ve sosyal medyanın gelişmesiyle dönüşüyor. CDU, CSU ve SPD gibi yerleşik partiler, bu yeni döneme ayak uydurmakta zorlanırken Yeşiller ve aşırı sağcı AfD, başta gençler olmak üzere seçmenleri daha kolay etkileyebiliyor. Sosyal medya üzerinden örgütlenen alternatif partiler, yerleşik partilerin üye kaybetmesini hızlandırırken yeni üye kazanmalarının da önüne geçiyor. Nitekim Şubat 2021 itibarıyla Almanya’daki partilerin Facebook takipçi sayıları karşılaştırıldığında partilerin mevcut büyüklükleriyle takipçi sayıları arasındaki ters orantı dikkati çekiyor.

RAKAMLAR ORTADA

İktidar ortakları CDU ve CSU, 2017’deki federal seçimlerde toplamda yüzde 32,9 oy almalarına karşın CDU’nun Facebook’taki takipçi sayısı 195 binken, diğer ortak CSU’nun takipçi sayısı 216 bin. Oysa aynı seçimde yüzde 12,6 oy alan aşırı sağcı AfD’nin takipçi sayısı 512 bin. Oyların yüzde 20,5’ini alan ana muhalefet SPD’nin takipçi sayısı ise sadece 192 bin. Oysa sol parti Die Linke’nin 251 bin takipçisi bulunuyor. Bir başka örnek ise alternatif söylemleriyle yerleşik partilerin tahtını sallayan Yeşiller. 2017 seçimlerinde oyların sadece yüzde 8,9’unu alan partinin takipçi sayısı 201 bin ile SPD’ninkinin dahi üstünde bulunuyor. Bu örnekler yerleşik partilerin çevrim içi alanlarda zayıf kaldığını gösteriyor.

Editör: TE Bilisim