Celal Fedai / Diriliş Postası Özel - 1. Sezai Karakoç’un şiire başladığı 1950’li yılların ilk yarısı, Türk şiirinin “yenilenme” yıllarıydı. Karakoç, bu yenilenmeyi gerçekleştiren üç şairden (diğerleri Cemal Süreya ve Ece Ayhan) biridir. Onların başlattığı, Karakoç’un deyimiyle, “Yeni Gerçekçi Şiir” hareketine, önceki kuşaktan Turgut Uyar, Edip Cansever ve İlhan Berk de katılır. Sonraki kuşaktan ise Ülkü Tamer, ilk kitabı Gül Yordamı’yla Kemal Özer ve kısmen de Metin Eloğlu, adlandırılması yanlış da olsa artık “İkinci Yeni Şiiri” olarak yerleşen bu yeniliğin içinde yer alırlar. Karakoç, anılan bu şairler içinde dünyaya materyalist, pozitivist, laik nazarla bakmayan tek isimdir. Bu yüzden de onun şiiri ötekiler arasında ayrıksı durur. 1958’de Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil kitabını Karakoç, materyalist bir şiir olması bakımından eleştirince kıyamet kopar. Şaire karşı materyalist cephenin hücumu başlar. Böylece Karakoç’un şiirde durduğu yer, tebarüz etmekle kalmaz tebellür de eder. Bu hadise sadece Karakoç’un şiiri için değil İslam maneviyatından doğan İslam estetiğinin yaşanan zamandaki poetik gücünü göstermesi bakımından fevkalade mühimdir.

“DIŞLAYABİLME KUDRETİ”

2. Karakoç’u laik “yazınsal iktidar”ın bu “dışlaması”nın yanında “resmî ideoloji”nin de dışlaması söz konusudur. Marksist eleştirmen Ahmet Oktay’ın bu tespiti de mühimdir. Ona göre Cumhuriyet sonrasında Âkif, Tevfik Fikret’e karşı resmî ideolojinin tutumundan dolayı nasıl kaybetmekteyse Sezai Karakoç gibi bir yetenek de zamanının yeteneksizlerine karşı kaybetmektedir. 1970’lerin sonunda görünen manzara budur. Ama zaman tersini gösterir. Resmî ideolojiyi olduğu kadar laik yazınsal iktidarı da dışlama gücünü gösteren Sezai Karakoç, “diri”dir. Bu “dışlayabilme kudreti”dir şairin sıradaki büyük vasfı.

“FERT RUHUNA İSTİNAT EDEREK DİRİLECEK”

3. Karakoç, şiirde ve hayatın resmî ya da gayrı resmî her alanına yayılan dışlamalarına karşı “diriliş”ten söz eder. Diriliş, ferdin ruhuna istinat etmesidir ki o “Ruh”, büyük harfle yazılan, Cenabı Allah’ın kullarına üflediği nefestir. Ferd, ruhuna istinat ederek dirilecektir. İbnü’l Arabî’nin Füsus’ta Muhammedî hikmet olarak saydığı ferdiyet için ruhuna dönmek zaruridir. Başka türlü kişi ferdiyetini, şahsiyetini teşekkül ettiremez. Karakoç, bu bilinçle hem ferd hem de toplum için “diriliş fikri”ni insanlara hatırlatır. Bu uğurda dergi çıkarır, yayınevi ve hatta parti kurar. Bu, onun şiirini tamamlayan aksiyonudur. Şiiri, düzyazıları bu aksiyondan ayrılmaz. Ve elbet karşılaşan her insanı derinden sarsan bir derviş gibi geçirdiği hayatı da. Bu satırların yazarı, Karakoç’tan sonraki kuşaktan gelen, dünya görüşü itibariyle onunla benzeşmeyen şair Süreyya Berfe’nin Karakoç’u anlatırken gözlerinin dolduğuna birkaç defa şahit olmuştur. Çünkü Karakoç, hangi görüşten olursa olsun sahici şairler için şiir ve şair idesinin yaşayan zirvesidir.

‘En çok zararı Müslümanlar görüyor’
4. Karakoç’un “aksiyon”u, Marksist literatürle düşününler için “İslamî ütopya” gibi gelir. Pragmatist yaklaşımlar ise onun aksiyonunu “pasif ve işlevsiz” bulacaktır. Bilinçli bir tercihtir kuşkusuz Karakoç’unki. Modern ve postmodern süreçler boyunca tüm dünyada küreselleşen kapitalizmin kültürel hegemonyasına karşı sadece Müslümanlar değil tüm insanlık savunmasızdır. Fakat en çok zararı Müslümanlar görmektedir. Çünkü küresel kapitalizmin kültürel hegemonyası Batılı devletler eliyle yürütülürken, Müslümanların kültürünün yaşanan zamanda canlı kalmasını sağlamak için uğraşacak hiçbir devlet organizasyonu yoktur. Türkiye’de resmî ideoloji öylesine tarih öncesinde kalmıştır ki yaşanan zamanı okuyamamaktadır. Böyle bir derdi de zaten yoktur. Bu noktada Karakoç, üstadı Necip Fazıl’ın aksiyonunu yaşanan zamanda aktüel eder. Tabir caizse bir “ada” oluşturur. Orada idealleri, ilkeleri ayakta tutar. Ama işe bakın ki bu “pasif” ve “ütopya”ymış gibi görünen eylem, dalga dalga yayılır ve bugün Türkiye, Türk devlet idesinin varlığını dünyaya gösterecek hamlelerden en büyüğü olan Ayasofya’nın açılışını gerçekleştirebilir. Karakoç’un selefleriyle yürüttüğü aksiyonun neticesidir bu.

İSLAM SANATINDAN DOĞAN POETİKA

5. İnancını hayatı, hayatını sanatı ve sanatını da hayatı kılan bu müstesna kişilik, İslam sanatının maneviyatından doğan poetikayı da politikayı da yaşadığı zamanda rejenere eder. Aktüel kılar. Canlandırır. Bu, Türkiye’de poetik ve ontolojik olan kadar politik olanı da etkileme gücüne sahip bir diriliştir. Türkiye’nin bundan nasibini alıp alamayacağını yaşayanlar görecektir.

Editör: TE Bilisim