Defalarca yazdım: Biz kitaptan kopardığı bağını televizyona bağlayan nesildik. Yeniden kitaba, dergiye, şiire nasıl dönebiliriz diye ufaktan çareler aramaya başlamışken üzerimizden internet silindiri geçti. “Eskiler”, sohbeti zenginleştirmek, iddiayı güçlendirmek, sözü derinleştirmek için romanlardan, destanlardan, filmlerden alıntı yaparken; biz internette gördüğümüz sloganımsı cümleciklerden, tam olarak anlamını bilmediğimiz terkiplerden, muhtevasından ziyade şekliyle öne çıkan “aforizmalardan” medet umuyoruz şimdi. Birileri bu durumu benimseyebilir, “İletişim çağının gerekleri” diye başlayan nutuklar atabilir, boş teneke sesiyle harala gürele süren bu gidişatı pek muteber addedebilir. Ama bize uymaz, bize yakışmaz, biz bunu benimseyemeyiz.

(Sözgelimi, mevzubahis internet nesline mensup bir çocuk, sırf başlığı tahrik edici bulduğu için okuyor bu yazıyı. Gerçi, en iyi ihtimalle başlığı ve ilk paragrafı okumuştur ve aradığı tatmini bulamadığı veya devamını okuyacak “takatten” yoksun olduğu için sadece başlıktan yola çıkarak bana saldırmıştır, saldıracaktır, ya da beni desteklemiştir, destekleyecektir. O çocuktan değil ama senden özür dilerim aziz okur, yazının buraya kadarki bölümünü böyle bir deneyde kullandığım için.)

Gezi tantanası, bu internet neslinin şuursuz bir patlamasıydı (ve zaten internet neslinden şuur beklemek de safdilliktir; yukarıda izah ettik.) Gezici tayfaya “karşı koymak” için harekete geçen bizim çocuklar da aynı neslin mensuplarıydı ve dolayısıyla en fazla aynı dili, aynı araçları kullanabilirlerdi; kullandılar. Geziciler ne kadar “şuurluysa” bizimkiler de o kadar “şuurlu”, Geziciler ne kadar “terbiyeliyse” bizimkiler de o kadar “terbiyeli”, Geziciler ne kadar “dürüstse” bizimkiler de o kadar “dürüsttü.”

Derken, dershane tantanasıyla ortaya çıkan, 17-25 Aralık’la palazlanan, yeni ve az çok daha organize bir internet taarruzuna maruz kaldık. Gezi taarruzu sırasında dağınık duran bizim çocuklar da buna karşılık organize olmaya başladılar.

Peşpeşe zuhur eden bu gelişmeler, zaten kendini ancak internette ifade edebilen bu çocuklar için interneti bir tür varlık-yokluk aracına çevirdi. “Bir şey internette varsa vardır, yoksa yoktur” demeye başladılar; bunun “İnternet varsa ben de varım, yoksa ben de yokum” manasına geldiğini bilmeden… Hal böyle olunca da, bir mesele hakkında varlıklarını, ifadenin kendisiyle değil ifade etmenin dizginlenemez şehvetiyle gösterir oldular.

Belki de en başta safiyane niyetleri vardı; ama kendilerine rehber kabul ettikleri bir başka “internet fenomenine” baka baka yahut birilerinin kendilerine verdiği gazı ala ala veyahut da şuursuzluğun doğal neticesi olarak bir sürüye dahil ola ola; maalesef, internet nesline mensup bizim çocuklar da -internet argosuyla- “troll”den fazlası değil şimdi.

Eskiden birtakım dar kafalı adamlar vardı, bir Alevi’ye kızıp “Yavuz Sultan Selim haklıymış” derlerdi, Ariel Şaron’a olan öfkesini “Hitler keşke işini yarım bırakmasaydı” diye ifade ederlerdi; biz de “Münferit hadiseler bunlar” deyip geçerdik. Şimdiyse böyle pervasız, ölçüsüz, bilgisiz, kültürsüz; itidalden, akletmekten uzak; sözün gücünü ve ağırlığını umursamadan sarf edilen “fikirler”, mevzubahis çocukların dünyasında adeta anayasa haline geldi. Biri hoşlarına gitmeyen bir şey mi söyledi, “Hemen yakalım”; biri bir hata mı etti, “Söyletmeyin, vurun”; biri sürüden mi ayrıldı, “Başından belliydi zaten!” Zulme zulümle karşılık vermek, ahlaksızlığa ahlaksızca mukabele etmek; kralla kral, soytarıyla soytarı olmak vaka-yı adiyeden.

Her ne kadar hiçbirinin bu yazıyı buraya kadar oku(ya)mayacağını, okusa da anla(ya)mayacağını, anlasa bile okumadan taarruza geçen sürüsüyle birlikte hareket edeceğini bilsem de, kendilerine seslenmek istiyorum:

Kardeşler! Size birileri önemli olduğunuzu söylüyor, ama öyle değilsiniz. Muarızlarınız gibi, sizler de internet olmadan, elektrik olmadan, cep telefonlarınızın şarjı tükenmek üzereyken birer hiçsiniz. Gezi tantanasını da, 17-25 Aralık’la başlayan saldırıyı da Cenab-ı Allah’ın izni ve yardımıyla Anadolu’nun irfanı bertaraf etti; sizin “gayretleriniz” değil. İnternetle hiçbir münasebeti olmayan anneleriniz, babalarınız, teyzeleriniz ve amcalarınız vesilesiyle bu badireleri atlattık (dolayısıyla, internet varken, elektrik varken, cep telefonlarınızın bataryası dolu iken de birer hiçsiniz.)

Bundan 10 yıl sonra, 20 yıl sonra anne babalarınızın yerini alacağınızı; milletin, memleketin, ümmetin menfaatini daha derinden müdafaa etmeniz gerekeceğini hesaba katarak kendinize çeki düzen verin. Bu kadar kolay manipüle edilebilen, bu kadar kolay kandırılabilen, bu kadar kolay tahrik olan bir zihinle gelecekteki saldırılarda ne çabuk tuş edilebileceğinizi bir düşünün. Sloganları, “caps”leri, 140 karakter “zekasını” bir an evvel terk edin; sizi hiçlikten kurtarabilecek şekilde kitaplara, şiirlere, filmlere dönün. Anne babalarınızla özdeşleşen irfanı ucundan kıyısından tevarüs edebilmek için mütemadiyen dua edin.

Bir çift söz de, interneti haddinden fazla önemseyen, “bu çocukların potansiyelini doğru kanalize edebilmek için” şu veya bu niyetle çaba sarf eden kerli ferli adamlara:

İnternetten gelecek övgü de yergi de yerin dibine batsın! Hatta, bu çocukları, yani istikbalimizi akla, irfana, tevazuya yöneltecekse (ki, pek muhtemel görünüyor) internetin kendisi de yerin dibine batsın! Biiznillah, buraya kadar nasıl geldiysek bundan sonrasına da öyle gidebiliriz.