Halen Türkiye Futbol Direktörlüğü görevini yürüten Fatih Terim, namını, en çok, oyuncu yönetimi hususundaki maharetiyle kazanmış bir hoca.

Zaman zaman Terim’in teknik-taktik bilgisinin tartışmaya açıldığını, bu manada yetersiz olduğuna dair iddiaların dile getirildiğini görüyoruz. Şahsen, buna katılmıyorum. Şu an onu tanıyanları şaşkına çevirecek kadar tuhaf teknik-taktik hatalar yapabiliyor, doğru (Sözgelimi, “bildiğimiz” Fatih Terim, son Ukrayna maçının ilk 20-25 dakikalık bölümünde derhal oyuna müdahale eder ve takımın ancak ikinci yarının son bölümünde oynayabildiği derli toplu futbolu ilk yarıda sağlardı.) Fakat, genel itibarla, Terim, hızla çözüm üretebilen, maçın gidişatını değiştirecek hamleleri ustaca uygulayabilen bir hocadır. 2000’de UEFA Kupası’na uzanan süreçte Galatasaray’dayken ya da 2008’de yarı finalde Almanya’yı elinden kaçıran milli takımın başındayken de bu hasletini çok defa gördük. Ezcümle, bugün şahit olduğumuz teknik-taktik hatalar/eksiklikler Terim’in bu manada yetersiz olduğuna değil, sadece formsuzluğuna işaret.

Hocanın belirgin vasfına, oyuncu yönetimindeki maharetine gelecek olursak…

KRİZ ÖNGÖRÜSÜ VE ÇÖZÜMÜNDE USTAYDI

Şimdilerde kimi spor yazarları, “Günümüz futbolunda ‘Hadi koçum aslanım’ metoduyla iş yürümez…” filan deseler de, oyuncu yönetimi hususu en az teknik-taktik kadar önemli bir husus. Dün de böyleydi, bugün de böyle, muhtemelen yarın da böyle olacak. Sadece futbolda değil, hayatın pek çok alanında bu böyle. Her biri kendi alanında son derece meziyetli adamları aynı şirket çatısı altında toplarsınız, ama onları ahenkle idare edecek motivasyonu bulmadığınız takdirde kadronuz hiçbir işe yaramaz. Sinema dünyasının 3-4 süperstar oyuncusunu aynı filmde oynamaya ikna edersiniz, ama yönetmeniniz onların her birini tek tek ve birarada idare etmeyi başaramazsa filmin çekimlerini bile tamamlayamazsınız.

Terim, dediğimiz gibi, buradaki ustalığıyla öne çıkan bir çalıştırıcı. Her teknik adam, ihtiyaç duyduğu oyuncunun tanımını yapar, o pozisyona dair teknik-taktik kapasiteyi belirler; sonra oyuncu bulunur; ama onu oraya monte etmek için, işte, antrenörün oyuncu yönetimi meziyetleri devreye girer. Terim gibi hocalar, o oyuncuyla da, takımın geri kalanıyla da tek tek ilgilenerek alışma sürecinin hızla aşılmasını, daha da ileri giderek yeni oyun planlarını da ortaya çıkarabilecek bir ahenk bulunmasını sağlar. Bu sancılı süreçte, sadece iki oyuncu arasındaki kişisel huzursuzluk, anlaşmazlık, kriz hali bile tüm takımın saha dışında olduğu kadar saha içinde de tadını kaçırır. Oyun planı işlemez olur, yeni fikirler dirençle karşılaşır. Terim gibi hocalar, böyle kriz anlarında devreye girer ve hızla problemi çözüp makineyi yeniden tıkır tıkır işletmeyi başarır. Hatta çoğu zaman, bu tip krizleri daha doğmadan öngörür ve müdahalede bulunur.

Kaderin bir cilvesidir, Fatih Terim şimdilerde ancak ve ancak oyuncu yönetimiyle aşılabilecek büyük bir buhranla karşı karşıya ve görünen o ki bu yolda pek mesafe de alınamıyor.

ALARM ZİLİ: ÖMER-HAKAN-GÖKHAN ANLAŞMAZLIĞI

Galiba bu hal ilkin Ömer Toprak-Hakan Çalhanoğlu-Gökhan Töre anlaşmazlığında belirdi. Normalde ne yapıp edip çok kısa sürede krizin üstesinden geleceğini düşündüğümüz Fatih Terim, problemi herkesi tatmin edecek şekilde çözemediği gibi, süreç de aylar aylar aldı. Alman devlerinin yanı sıra, köklü İngiliz kulüplerinin de radarında olan Ömer Toprak gibi bir stoperin milli takıma bir türlü adapte olamamasını başka neye bağlayabiliriz ki? Ayrıca, tıpkı Ömer gibi, Hakan ve Gökhan da altyapı eğitimini yurtdışında almış, takıma adaptasyonu için teknik-taktik tecrübeye ihtiyaç duymayacak oyuncular. Yani, sorun başından sonuna kadar oyuncu yönetimiyle alakalı.

Daha sonra, malum, Fransa’daki Avrupa Futbol Şampiyonası başlarken prim krizi patladı. Yine ne yapıp edip problemi hızla çözer diye beklediğimiz Fatih Terim, ta gruptaki üçüncü maç öncesinde (yumurta kapıya dayandığında) “Sorun bu sabah itibarıyla hallolmuştur” dedi. Halbuki, daha ilk maçımız oynanmadan bu meselenin herkesi tatmin edecek şekilde üstesinden gelinmesini beklerdik. Ayrıca, meselenin “üstesinden gelinmediğini”, sadece “üstünün örtüldüğünü” de gördük. Arda Turan başta olmak üzere, takımın kilit unsurlarının hala kadroya alınmıyor olması bunun işareti.

“OLAYIN PRİMLE ALAKASI YOK”, PEK İNANDIRICI DEĞİL

Değinmeden geçmeyelim: Avrupa Futbol Şampiyonası günlerinde prim meseleleri konuşulurken, ne Terim ne oyuncular, kimse çıkıp da “Olayın primle alakası yok” dememişti. Bayağı ikrar edercesine susmuştu herkes ve Fatih Terim de “Sorun bu sabah itibarıyla hallolmuştur” derken prim krizini kastediyordu. Dolayısıyla, bugün Arda’nın, Burak’ın ya da Terim’in “Olayın primle alakası yok” demelerine pek itibar edemiyorum. Belki bugünkü mesele doğrudan primle alakalı olmayabilir, ancak prim krizinin tatminkarca aşılamamasından ileri gelen bir başka zihni problem olduğu kesin gibi.

Yukarıda milli takımın bir türlü istediği oyunu oynayamamasını Fatih Terim’in teknik-taktik formsuzluğuna bağlamıştım, son birkaç yıldır böyle. Bir adım geriye çekilirsek şunu söyleyebiliriz: Galiba milli takım ne “istediğini” bilmiyor. Takımın ne “istediğini” bilmesi için Fatih Terim’in bunu izah etmesi lazım. Fakat belli ki, takımın ne “istediğine” gelene kadar, önündeki oyuncu havuzundan henüz bir takım bile oluşturamamış Terim. Oysaki oyuncuları tek tek tanıyıp, onlarla anlayacakları dilden tek tek konuşarak, sonra onları biraraya getirip hepsinin aynı anda kavrayacağı bir üslup bulmak, “bildiğimiz” Fatih Terim için tabiri caizse çocuk oyuncağıydı.

Velhasılı kelam, milli takımla birlikte Terim de düşüyor. Ne hazindir ki, yükselişi gibi düşüşü de oyuncu yönetimi bahsinde yapabildikleri ya da yapamadıklarıyla alakalı.