Koronavirüsün ateşi dünyayı sarmış her gün binlerce can alırken, bu salgının hedefinin büyük oranda yaşlılarımız olduğunu anladık.

Salgın Çin’den Avrupa’ya geçince, medeniyetin yeşerdiği ülkeler olarak kendilerini gösteren Fransa’dan İspanya’ya ve İngiltere’den İtalya’ya kadar dramatik görüntüler televizyon ekranlarına yansıyor.

Daha salgının başlarında İtalya ve İspanya’nın sağlık sistemlerinin çöktüğünü, dünyanın yardımına muhtaç hale geldiklerini televizyonlardan izlemekteyiz.

Bu görüntüler arasında en dramatik olanı, daha ilk ölüm vakalarının gelmeye başladığı günlerde İtalya ve İspanya’da yaşlı bakım merkezlerinin terk edilişi ve yaşlıların kendi kaderleri ile baş başa kalmasıydı.

Korona salgını vakasının Türkiye’ye gelişi veya ilk vakanın tespiti geç oldu. Fakat ilk günden itibaren virüsün hedefi olan 65 yaş üstü büyüklerin sokağa çıkma yasağı kapsamına alınması çok yerinde bir karardır.

Evdeki yaşlılarımız geleneksel kültürümüzün en önemli aktarıcısıdırlar. Kitapların, gazetelerin, dergilerin, okulun ve üniversitelerin veremediği, aktaramadığı değerler, evde veya sokakta günlük konuşmalar ve yaşamlarla yaşlılar tarafından çocuklara ve gençlere aktarılır.

Bir toplumu millet yapan kültürel değerler, okul sıralarında okutulan kitaplardan ziyade atadan dedeye ve dededen babaya doğru tevarüs eden yaşam örnekleriyle olur. Bu yaşam örnekleri çocuklar ve gençlerin hayatlarında izler bırakır ve toplumun kültürel özellikleri olarak temayüz eder.

Sömürgeci devletler, hâkimiyet altına aldıkları milletleri kültürel kodlarından koparmak ve yeni bir millet olarak ortaya çıkarmak için çoğu zaman gençleri aileden ayırmaya yönelik politikalar uygulamışlardır.

Bugün yaşadığımız modern hayat, yaşlılarla çocukların bir arada yaşamasını zorlaştırmaktadır. Eski köy veya mahalle kültüründe, akşamları dedenin veya ninenin gençlik yıllarında yaşadıklarını ve hayatlarını anlatma geleneği artık tarih olmuştur.

Günümüzde insanlar yaşlandıktan sonra yalnızlaşarak kenara çekilmekte, bir ömür boyu yaşadıklarını çocuklarına veya torunların aktaramadan hayata veda etmektedirler.

Çocuklar da, aynı ortamda yaşadığı halde dedesinin/ninesinin hayatını dinlemeden, onunla saatlerce muhabbet etmeden yani onu yeterince tanıyamadan büyümektedirler.

Hâlbuki evdeki dede ve nine, geleneksel kültürü aktaran canlı bir çınar ağacı gibidir. Onlardan istifade edilmelidir. Onlardan istifade, değer verme ve yaşamlarını dinleme ile olur.

Geçmiş yıllarda üniversitede girdiğim dersler kapsamında öğrencilerimden, dede veya ninesini, şayet hayatta değilse mahalledeki yaşlı bir büyüğü dinleyerek hayat hikâyelerini yazmalarını istemiştim. Dönemin sonunda o kadar güzel hayat hikâyeleri geldi ki, öğrencilerim bile aile içindeki dedelerini/ninelerini daha farklı tanıdıklarını söylediler…

80 yaşındaki bir yaşlı, bu andan 140 sene önceki zamana kadar olan bir süreye canlı şahitlik yapan kimsedir. Kendisi de çocukluğunda aile büyüklerini dinlemiş olduğu için, bu kadar yaşanmışlığa vakıf, canlı bir tarih yanı başınızda demektir.

Bu nedenle geleneksel kültürün aktarıcısı olan yaşlılarımızın değerini bilelim.

Gençlere tavsiyem;

Bir an önce kamera, kalem ve defteri alarak ve fotoğraflayarak dedenizi /ninenizi veya mahalledeki yaşlıları dinleyin, hayat hikâyelerini kaydedin.

Onlardan öğreneceğiniz çok şeyler var.

Eski yaşam tarzlarını, türküleri, kelimeleri, geleneksel hayatı, yaşadığı yerleri, gençliğini vs her şeyi sorun, öğrenin, not alın ve kaydedin.

Yaşlılar başımızın tacıdır. İyi bakın, gittiğinde bir daha dönüşü yoktur.