Meşhur camileri, antik kentleri, otantik çarşıları, kiliseleri ve sinagoglarıyla hafızalarımızda yer eden Suriye, 21’inci yüzyılın en büyük insanî trajedilerinin yaşandığı viraneye dönüştü.

İç savaş, geçen yıllar içinde hafiflemek yerine 9 senedir şiddetlenerek artıyor.

Kadın ve çocuk 20 bin insan, medeniyetler denizi Akdeniz’i ölüm denizine çevirdi.

Binlerce insan Sahra Çölü’nün yakıcı sıcaklarında soluksuz kaldı.

Şimdi sıra, ateş hattındaki İdlib’e geldi! Eşyasını sırtlayan sınır kapımıza dayandı.

Lakin Türkiye’nin nüfusunu ‘yer üstündekiler’ ile ölçmeye kalkmak zaten yanlış. Gücünü; tarihsel, kültürel zenginliği, köklü mirasından alan ülke, “yer altındakiler” ile birlikte yaşıyor.

Türkiye’nin nüfusuna bir de buradan bakmakta fayda var. Yer altında kaç Halep ve Şam doğumlu insan olduğunu düşünmek de gerekiyor. Böyle bakınca; Suriye’den toz bulutları arasında ayrılan mülteciler ile bir mahalleyi, bir kasabayı paylaşmaktan rahatsız olmamak gerekiyor.

Türkiye’de bazı şehirler, 2014’ten bu yana yerel nüfustan fazla ‘misafir’ ağırlıyor. Bu yönüyle tüm hesapların bir kenara bırakıldığı, vicdani duygunun her yanı kapladığı sembolik bir ülke olarak dünyadan ayrılıyor Türkiye.

Varil bombalarından kaçan insanlarla evini, ekmeğini paylaşan bambaşka bir diyara dönüşüyor vatan toprağı… Buna rağmen kimimiz hâlâ ve her gün, her akşam şefkat bekleyen bir çocuk yanından geçerken; su birikintisine basmaktan kaçar gibi uzaklaşıyor. Bazılarının içleri, kendilerine öyle uzak ki; dönüp yakalayamıyor bir türlü ‘merhamet’ bulanmış duyguları.

Konteyner başlarında çöp karıştıran talihsiz yaşlılar ile eşini, evladını kaybetmiş yaslı kadınların yaşadıkları sadece çaresizlik değil; duyarsız dünyanın merhametsizlikten can çekişmesidir.

Suriye’de ölen çocuklardan kan değil “petrol” aksaydı her şey bambaşka olurdu.

Ortadoğu’nun en zengin kültürlerinden birini temsil eden Suriye, uzun bir süredir ‘savaş’ ve ‘mülteciler’ ile eşanlamı hâle getirilirken; bir zalimin zulmünden kaçan milyonlarca insan da koskoca dünyada, Türkiye’den başka yerde merhametin adresini bulamadı.

Kana susamış politikacılar yüzünden milyonlarca mazlum kan ağlıyor.

Eğer vicdanlar, kurşunlardan, tanklardan, füzelerden daha etkili olmazsa; bugünlerde insanî değerlere kayıtsız kalanların diğer zamanlarda ‘insan hakları, kadın ve çocuk hakları’ demesi samimiyetsiz olacak.

Kirli siyasetin kilidini, ancak “vicdan” açabilir.

Suriye’nin kadınlarının, çocukların, yaşlıların ülkesinden ayrılırken yanlarına ‘korku ve umutsuzluktan’ başka ne alabildiklerini, nelerden vazgeçmek zorunda kaldıklarını düşünmek yetecek hepimize…

Her gün bavullarına “karamsarlıkları ve kayıplarını” doldurup vatanını terk edenlere yenileri ekleniyor.

Sükûnet içinde kendi günlük hayatını sürdüren Türkiye ise yeniden kendi şehirleri kadar bir topluluğa kapılarını açmak ile açmamak arasında seçime zorlanıyor habire.