Batılıların, Türklerin kurdukları devletlerin önünü kesme ve gelişmelerini engellemeye yönelik planlarına ve projelerine tarihin her devrinde rastlamak mümkündür. Türkler, Horasan üzerinden batıya doğru yönelmeye başladıkları sıralarda karşılarında bu anlamda Bizans’ı bulmuşlardı. Fakat Anadolu’nun bir Türk vatanı hüviyetine kavuşması batıyı tümden çileden çıkarmış ve tarihte “haçlı seferleri” adı verilen batılı Hıristiyan devletlerin topyekûn doğuya hücum etmeleri, kaybedilen toprakları “barbar” olarak tanımlanan Müslümanlardan/Türklerden geri almaya yönelik mücadeleler serisini ortaya çıkarmıştı.

Bu mücadele daha sonraki dönemlerde de durmadı ve devam etti.

Buna rağmen Osmanlılar,14. asrın başlarında kurdukları devletin sınırlarını sonraki dönemlerde batıda Viyana’ya, kuzeyde Ukrayna steplerine, güneyde Kuzey Afrika içlerine kadar ulaştırmayı başararak, bu gün dünya devletlerinin mücadele alanı haline gelen Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Ege denizini bir “Türk gölü” haline getirmişlerdi.

Osmanlı’nın, Balkanlar’a geçmeleri ve süratle Batı’ya doğru ilerlemeleri ile genelde papaların önderliğinde ve kilise odaklı olarak “Türkleri durdurma planları” yapılmaya başlanmış ve buna da “doğu sorunu” adı verilmiştir. Doğu sorunu, ilk etapta Türkleri durdurma ve sonra da “geldikleri yerlere geri gönderme”, mümkünse de imha etmekten ibarettir. 17. asır sonlarına doğru Türklerin ilerlemesi durdurulunca, bu sefer Türklerin ele geçirdiği yerleri geri almak için uzun süren projeler, paylaşımlar, mücadeleler ve savaşlar dizisi devam etmiştir.

Elbette bu kolay olmamıştır. Milyonlarca insan bu dönemlerde ya kılıç darbesi, ya kurşun yarası, ya açlık, ya da salgın hastalıkların pençesinde can vermiştir. Büyük bedeller ödenmiştir. Yenilgilerle çekilmeye başlayan Türklerin bu gerileyişi 20. asrın başlarına, yani Milli Mücadele dönemine kadar sürecektir. Çanakkale savaşı ve daha sonra Milli Mücadele yıllarında milletin topyekûn direnci ile bunun imkânsız olduğunu anlayan sömürgeci devletler, Anadolu’da Türklerin mevcudiyetini kabul etmek durumunda kalacaklar ve hala geçerliliğini devam ettiren Lozan Antlaşması’nı imzalayarak, Türkiye’nin dışındaki coğrafyaları sömürgeleştireceklerdir. Bu sömürgeler, kabuk değiştirerek hala devam etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti bu mücadelelerin sonucunda kurulmuştur. Fakat bundan sonra batılı emperyalist devletlerin planları, sömürgeleştirdikleri coğrafyalar ile bir daha irtibat kurmasın, onlara önderlik etmesin diye Türkiye’yi sürekli kaos içinde bırakma ve gelişmesini engellemeye yönelik gayretler içinde olmuştur. Türkiye’nin elli yıldır uğraştığı terör sorunu bunun parçasıdır.

Türkiye, Turgut Özal ile başlayan yıllardan itibaren ve hele son yıllardaki gelişmeler ile beraber, bunca engellemelere rağmen ayağa kalkmaya, teknoloji üretmeye ve etrafına sahip çıkmaya başlayınca yıllardır dost ve müttefik olarak bilinen devletleri tekrar karşısında bulmuştur. Bu gün Doğu Akdeniz ve Ege denizinde olan mücadeleler bunun sonucudur.

ABD, Rusya, AB ülkeleri, İsrail ve sömürgecilerin İslam ülkelerinin başlarına koyduğu “bekçilerin” tek amacı Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de ve Ege denizinde kendi kabuğuna hapsetme gayretinden başka bir şey değildir. Çünkü hepsi gayet iyi biliyor ki gelişen ve ayağa kalkan Türkiye’nin olduğu yerde sömürgeci ülkeler, bölgenin kaynaklarını istedikleri şekilde kendi hanelerine kazandıramayacaklardır.

Sömürgeci ülkelerin dünyanın mevcut enerji kaynaklarının büyük kısmını bağrında muhafaza eden Ortadoğu’ya yönelik planlarının, projelerinin ve bu planlara sekte vuran Türkiye’yi etkisizleştirme gayretlerinin sonu gelmez. Türkiye’nin bu nedenle her zaman bilgi, teknoloji üretme ve güçlü ekonomiye sahip olma mecburiyetleri vardır. Hem kendisi ve hem de masumların gözyaşının dinmesi için…