Marka ve patentlerin korunması yönündeki bu üyeliğimizin yanında, son aylarda yapılan sınai mülkiyete ilişkin mevzuat değişiklikleri bu konuya ne derecede önem verildiğinin bir göstergesi. AB uyum sürecinde taahhüt etmemize rağmen uzun yıllar kanun hükmünde kararnamelerle sınai mülkiyetin korunmasına çalışılmış ve kanun ile düzenleme yapılması gerektiğinden bahisle zaman zaman AYM tarafından bazı maddeleri iptal edilmiş olan KHKlar sonunda tek bir çatı altında toplanarak kanun haline gelmiş ve artık koruma kanunla sağlanmaktadır. İncelemesiz patent verilmesi sona ermiştir. Bu şekilde patentlenemeyecek ürünlerin kanunla koruması sağlanmayacaktır. Bu son dönemdeki önemli hukuki gelişmelerden birisidir. Fakat uygulamadaki hataları tespitle, yapılması gereken acil değişikliklerdeki gecikmişliklerimize rağmen iyi bir noktaya doğru gidildiğini söyleyebiliriz. Uygulamada sık rastlanan problemlere odaklanarak yeniden değişikliklere ihtiyaç ortaya çıktıkça bu revizyonun sürdürülmesi gerekir.

Bununla birlikte, bir buluş için patent alınmasındaki hukuki, idari süreçlerin ve diğer maddi olmayan hakların korunmasının mevzuat tarafından belirlenmiş olması tek başına yeterli korumayı sağlamaz. Aslında bu ifadeyi, fikri hakların tamamı için, “gayrı maddi hak” olarak bilinen bütün eserler, marka, endüstriyel tasarımlar ve faydalı modeller üzerindeki haklar için de kullanabiliriz. Hukuken düzenlenmiş olmak tek başına korumak için yeterli değildir, fakat en önemli ilk adımdır.

Bunun yanında, bu hakların başkaları tarafından hukuksuz ve usulsüz şekilde kullanılmasına cüret edemeyecek sıkı bir takibin de yapılması gerekir. Bunun için de mahkemelerin bu tür iddialarda müdahelenin önlenmesi, durdurulması ve buna ilişkin tedbirleri alma konularında titiz ve hızlı karar alabilmeleri önemlidir. Ayrıca mahkemelerin geliştirecekleri içtihadın sürekli ve tutarlı olması, bu alandaki boşluk ve belirsizlikten kaynaklanan kötüye kullanımları da caydıracağı kanaatindeyim.

Bu konuda yetkili adres olan Türk Patent Enstitüsünün bilinirliğinin ve görünürlüğünün artırılması yanında, kurumun başvuruları kabul eden pasif moddan çıkıp buluş sahiplerinin peşinden koşan aktif bir moda geçerek işlemesi gerekiyor. Bu ifadeler diğer ülkelerin uygulamalarına ters görünebilirse de gelişmekte olan ülkelerin bu yolu izlemeleri, buluş sahiplerini cesaretlendirip teşvik edecek ve koruyacak bir yol olacaktır.

Orijinali üretme konusundaki yanlış bir bilgiyi düzelmekte fayda görüyorum. Bazı devletlerin üretmek yerine daha kestirme bir yolla kopyaladığını ve bunu yaparken de fikri mülkiyet hakları gibi konulara takılmadığını bir savunma gerekçesi olarak yıllardır duymuşuzdur. Japonya bu yolu bırakalı neredeyse yarım asır oldu. Çin’de ise, bir yandan kopyalıyorlar diğer yandan Çinli araştırmacılar kendi ülkelerinin ve neredeyse dünyanın bütün gelişmiş laboratuvarlarında varlar ve yeniliklerin peşindeler. Kısacası, kopyalayarak ilerleme olamayacağının büyük küçük herkes farkında.

Yazımıza Gaziantepli deha “Mennan Usta”nın buluşları ve mücadelesiyle başlamıştık. O ve benzeri binlerce farklı insanın fark edilmeye ve elinden tutularak yararlanılmaya ihtiyacı olduğu kadar, memleketin de bu tür farklı ve nadir zihinlere ihtiyacı var. Bu noktada, devlet aklının devreye girmesi ve bu konuda teşvik edici mekanizmalar geliştirmesi gerekiyor. Üniversitelerin ve bilim alanında faaliyet gösteren kamu kurumlarının ARGE çalışmalarına bu “nadir” beyin ve yetenekleri katması gerekiyor. Özel sektörün de ARGE çalışmalarına bu isimleri bularak katması ve haklarını teslim etmesi, önemli çığırlar açabilir.

Buluş ve faydalı modeller ile telif haklarını ilgilendiren her tür orijinal fikrin devletler arasında stratejik bir rekabet ve yarış unsuru olduğunu unutmamak gerekir.

Orijinal fikir sahibi insanların toplum tarafından anlaşılamaması, bazen alaya alınmaları probleminden bahsetmiştik. Bu insanları bir araya getirecek dernek ve Vakıf türü yapılanmaların kurulması, bu sıradışı insanların birbirleriyle buluşmalarının sağlanması, onları hem psikolojik olarak rahatlatacak Hem de yeni orijinal fikirlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilecektir. Dernek ve Vakıflar dışında üniversiteler, Arge merkezleri ve fuarlar bu tür buluşmalar için uygun zeminlerdir.

Emin olun ki, bu ülkenin her köşesinde halen yaşayan “Mennan Ustalar” ve daha nice yenileri ellerindeki dar imkanları, ailelerinin nafakalarının son kuruşunu üzerinde kafa yorduklarıbuluşlarına harcarken kendilerine sahip çıkılmasını ve uzanacak bir rehber elini bekliyorlar.