Yard. Doç. Dr. İsmail Şahin / Diriliş Postası
Körfez Savaşı sonrasında ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 36. paralelin kuzeyini Irak’a yasaklayıp, kurmuş oldukları Çekiç Güç sayesinde bu bölgede PKK’nın güçlenmesine büyük destek sağlamışlardı. Hatta PKK’nın 38. paralele kadar olan bölgede sürekli operasyon yapmasını destekleyerek Türkiye’nin ilgisinin kendi coğrafyasına hapsetmeye çalışmışlardı. Dolayısıyla, bugün 37. paralel boyunca oluşturulmaya çalışılan terör ya da Kürt koridorunun temellerinin o tarihlerde atıldığı söylenebilir. Irak’ın kuzeyindeki planlar başarılı olunca sıra Suriye’nin kuzeyine geldi.
Türkiye’nin 36. paralelin kuzeyini güvenli bölge ilan edelim politikası bu nedenle ABD tarafından kabul görmemektedir. ABD’nin asıl hedefi İran’dan İskenderun’a kadar uzanan bölgede kendi kontrolünde yeni devlet ya da devletçikler inşa ederek Ortadoğu’yu bu yeni siyasi oluşumlar üzerinden tanzim ve idare etmektir. Dikkat edilecek olursa ABD, 1990’lardan bu yana Basra Körfezi’ne kurmuş olduğu askeri üslerle Irak ve İran’ın güneyini kontrol altına almayı başardı. Güney kısmını ise şimdiye kadar İncirlik Üssü ile idare etti. Fakat İncirlik Üssü’nün yavaş yavaş miadını doldurmaya başlaması ABD’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki oluşumlara desteğinin hızlıca artırmasına neden oldu. Sözün özü, ABD Körfez Savaşı ile Basra Körfezi’ndeki petrol kaynaklarının denetimini ele alırken, günümüzde Irak’ın kuzeyindeki Musul ve Kerkük petrolleri ve ileriye dönük olarak da Hazar Denizi enerji kaynaklarını kontrolünde tutmak için 1990’lardan beri 36. paralelin kuzeyinde yürüttüğü planlarını sonuçlandırmaya çalışıyor.
Türkiye, Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü göz ardı ederek atılan bu adımlar, Türkiye’yi Fırat Kalkanı ve Sincar operasyonlarına mecbur bırakmıştır. ABD’nin 37. paralel boyunca bölgede kendine bağımlı uydu devletler oluşturmak adına yürüttüğü stratejilere yönelik Türkiye’nin atmış olduğu askeri hamlelere PKK, PYD, YPG ve IKBY’nin tepki göstermesi gayet doğaldır. Çünkü Türkiye, 36. paralelin kuzeyinde yaklaşık 30 yıldır yürütülen bu oyuna ilk kez ciddi bir fiili tepki göstermiştir. Türkiye’nin aşağı yukarı bir yıldır 36-38. paraleller arasında yürüttüğü askeri operasyonların tamamı 1990’lardan bu yana kurgulanan planlara indirilmiş beklenmeyen ağır bir darbe olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. 37. paralel boyunca yıllardır gizliden gizliye yürütülen nüfus politikası sayesinde bölgenin demografik yapısı Kürtler lehine değiştirilmeye çalışılırken, diğer yandan yürütülen etnik ve dini ayrımcılıkla bölge halkları dış müdahaleye mahal verecek düzeyde birbirine düşman edilmiştir. Bu bağlamda Araplar, Şii/Sünni olarak dini bir ayrıma tabi tutulurken, Türkmenler/Kürtler etnik ayrıma maruz kalmışlardır.
Bu çerçevede şimdilik, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta bu ülkelerin toprak bütünlüğünü savunmaktan başka bir seçeneği yoktur. Yok eğer, Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruma politikasını terk edip koalisyon güçlerinin oyununa gelerek, bu iki ülkenin parçalanmasına göz yumacak olursa, o zaman yakın bir zamanda Alevi merkezli bir devletin İskenderun başkentli olarak ortaya çıkmasını da gündemine almak zorunda kalacaktır…





