Vicdan, “kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili olarak bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümlülüğünü de yükleyen içsel güç” olarak tarif edilir.

Merhamet ise, bu gücü harekete geçiren dinamodur.

“Acıma duygusu” olarak bilinir. Aktiftir.

Vicdanı olmayanın merhameti de olmaz.

İnsaf ise, “acımaya, duyunca ya da mantığa dayalı adalet duygusu” olarak tanımlanır.

Bir de iz’an var: “Anlama yeteneği, anlayış.”

Bütün bu temel kavramları, daha çok duygu dünyamızı tarifte kullanırız.

Bir durum karşısında kaba saba davranana…

Veya hödükleşene…

“Vicdansız” diye tepki gösteririz.

Vicdanı sızladığı halde hiçbir şey yapmayana “merhametsiz”…

Haksızlık karşısında dilsiz şeytan olana “insafsız”…

Bildiği, anladığı halde bunun tam tersi davranış gösterene ise “iz’ansız” deriz.

Dünyanın bugün içinden geçtiği koronavirüs dehlizindeki yorumlar bu temel kavramları yerli yerine oturtmak açısından bir turnusol örneği oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz Bize Yeteriz” diyerek başlattığı “Milli Dayanışma Kampanyası” gösterdi ki bu toplum vicdanıyla merhametini aynı anda kullanabiliyor. Vicdanı ve merhameti arasına sıkışmıyor. İnsafını hala kaybetmemiş.

Fakat bir güruh var ki…

Her ne olursa olsun hoşnut değil.

İnsaflarını kiralamışlar, iz’andan yoksunlar…

Gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüs yüzünden insanlık sapır sapır dökülürken…

Bu salgın sebebiyle dev ekonomiler çökerken…

İnsanlar bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelmişken…

Bu durumdan çıkış için mücadele eden sivil toplum örgütlerini, siyasi partileri, vicdan ve merhamet sahiplerini yerden yere vurabiliyorlar.

Bunun yanlış olduğunu söylediğinizde, “yapacak tabii ki, görevi” diyebiliyorlar.

Yapmasa ne diyeceklerini zaman zaman hep birlikte gördük, görmeye ve duymaya devam ediyoruz.

ABD Başkanı Trump’ın, koronavirüs salgınını hafife aldığı günleri hatırlayalım. Kahkahalar atarak cevaplıyordu gazetecilerin sorularını. Hiçbir hazırlık yapmadığı, “bizi ırgalamaz” dediği için şu anda ABD salgının en çok yayıldığı, ölü sayısının her geçen gün yüzlerle açıklandığı bir ülke durumuna geldi. İspanya, İtalya, İran ve başka ülkelerde de durum farklı değil.

Salgının Türkiye’ye gelmesi elbette sürpriz değil. Ne kadar önlem alırsanız alın, ne kadar öngörü taşırsanız taşıyın… Küresel bir salgından söz ediyorsanız etkileneceksiniz. Ama akıl ve bilimle mücadele edeceksiniz. Can kaybını minimuma çekmek için canınızı dişinize takacaksınız. Bir yandan salgının daha geniş kitlelere yayılmasını önlemeye çalışacaksınız, diğer yandan da toplumu güvenliği, ekonomisi, morali, motivasyonu ile ayakta tutacaksınız.

Başta Cumhurbaşkanlığı kriz yönetimi, Sağlık Bakanlığı çalışanları ve vatandaşlar…

Durumun çok farkında olarak hareket ediyor.

Ekran jürisinden biri çıkıp, “Efendim ABD şu kadar, İngiltere bu kadar, Fransa o kadar bütçeden pay ayırdı. Türkiye’nin ayırdığı para devede kulak. Hatta Suriyelilere ayırdığından bile daha az!”

İşte bu insafsızlar ve iz’ansızların kullandığı aptalca argümanlar yüzünden toplumun vicdanı ve merhameti yaralanıyor.

Allah’tan korkusu olan bir insan kör olamaz. Sağır olamaz. Var olanı yok sayamaz. Ama bu güruh için her şey mübah. Yalan söylemek, hakaret etmek, sulandırmak…

Onlara göre hiçbir şey doğru değil. Öyle bol keseden konuşuyorlar ki, sanırsınız bütün kaynaklar sonsuz. Sanki bir el bu kaynakları dağıtırken “bir sana üç bana” diyerek kendi kesesini dolduruyor.

En insaf!

Unutmayalım…

“Her bir nefse (ruha) ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü hem de ondan sakınmayı ilham edene and olsun ki, onu (ruhunu) kötülüklerden tertemiz yapan muhakkak, felah buldu. Onu alabildiğine kötülüklere batırıp günah ile örten ise, elbette hüsrana uğradı.” (Şems, 91/7-10)