1959, Amerikan yapımı Alacakaranlık Kuşağı’nın 1. Sezon 20. Bölümü izledim. Evde karantina, dizi ve film izlemek için de uygun bir zaman doğurdu. Üç bilim insanı uzaya çıkıyor, rotasını kaybediyor, bir göktaşının peşinden bir noktaya iniyorlar. Dünya gibi bir ortam. İnsanlar var, kıpırtısız, heykel gibi. Ne olduklarını anlamıyorlar. Sonunda canlı birini görüyor: Bay Wickwierre. Onlara insan olmadığını, bir makine olduğunu, görevinin buraya gelenleri mutlu etmek olduğunu anlatıyor. Bilim ilerlemiş, ölenler için yeni bir evren dizayn edilmiş, dünyada ne olmak istiyorlarsa sonsuza kadar o olarak mutlu yaşıyorlar. Oraya gidene görevli fark ettirmeden ebedileştirme sıvısı içiriyor ve artık oralı oluyorlar. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğu sorulduğunda gelen cevap “çünkü insanlığın olduğu yerde huzur olmaz, dünyada huzur mümkün değil” oluyor.

“Allah Âdem’e bütün esmaları öğretti” ayeti mucibince insanlığın, insanların peşinde olduğu sorular hep aynıdır. Ölümle yüzleşmek, ölüm sonrası yaşanabilecek sonsuz ebedi hayat ihtimali… Müslümanlar için ihtimal yoktur, nettir bilgi. İnançsızlar bir ihtimal üzerinden varsayımlar kurar ya da net olarak reddettiğini söyleyerek barışmaya çalışır. Ancak barışamaz, yok olmak her zaman korkunçtur, var olmak/ yaşamak her zaman çekicidir. Başka gezegen arama telaşı bile orada ölümsüzlük ile karşılaşma ihtimali üzerine kuruludur veya başka bir gezegen ortaya çıktığında, içinde farklı bir canlı türü bulunursa bu Tanrı inancını yerle bir edecektir ihtimali… (Uzay işlerine milyonlar harcadığını söyleyen ülkeler, korona virüsü konusunda ekonomik tehdit yaşıyor. Yalan, ortaya çıktı.)

Bu nedenle bilim bir put haline dönüştü. İnançsızların duaya karşılık bilim savunuculuğu yapıp, İslam düşmanlığı gütmesinin asıl nedeni bu. İlahlar savaştırılıyor, inançsız için tabi, mümin böyle bir şeyden ar eder.

Dizide de dendiği gibi dünyada huzur olmayacaktır, dünyanın varoluş amacı insana hizmet etmek olduğu kadar insana bir sınav kâğıdı da olmaktır çünkü. Sahte peygamber, Kur’an’ı değiştirmek gibi gereksiz, sonuçsuz mücadeleyle aynı yol: Sahte evren hayali kurmak. Melek yerine makine, cennet yerine farklı bir evren, sonsuz ve huzurlu bir hayat. İslam insanın bu doğal güdülerine, ihtiyaçlarına zaten cevap veriyor çünkü İslam’ı yaratan Allah aynı zamanda bu doğal güdüler ve ihtiyaçlar ile insanı da yarattı. Dünyayı yönetmek istemelerinin nedeni de buradan kaynaklı. Ellerindeki tek hayat dünya, onu olabildiğince huzurlu geçirmeleri gerekiyor ve inancı yıkabilmek için kendilerinin Tanrı olması zaruri. Ancak bu hayal hiçbir zaman gerçekleşmedi. Dünya da zaten mümin/kâfir savaşına her zaman bu yüzden şahit olmakta.

Batı’nın, Amerika’nın, şeytanın askerlerinin tanrıyı yok etme mücadelesi uğruna kanlar dökülmeye, masumlar ölmeye, doğa tahribata uğramaya devam etse de İslam nurundan zerre kaybetmeden kıyamete kadar varlığını sürdürecek. Çünkü Müslümanlar ayakta ve her an cihat halinde. Üstelik Allah’ın koca dünyayı gözle görülmeyecek kadar küçük bir mikropla dize getirişine şahit olduğumuz bu günlerde, bu gerçek inananlar için daha da kuvvetleniyor.

Ebedileştirme sıvısı, imandır. İnsan zaten ebedidir. Önemli olan ebediyete cennette mi yoksa cehennemde mi kavuşacağımızdır. Allah’ın rızasını kazanan kullardan olma ümidiyle…