Genç adam; sağ partilere oy veren, kendilerini muhafazakâr olarak tanıtan, hâli vakti yerinde bir ailenin mensubuydu. Kendisi de beş vakit olmasa da namazlarını kılan, cumaları kaçırmayan, dinî hassasiyetleri olan bir gençti. Özel bir şirkette mühendis olarak çalışıyordu.

Bir gün iş yerinin caddeye bakan büyük terasında aynı işyerinde çalıştığı altmışlı yaşları geride bırakmış adamla kahve içip güncel meseleleri konuşuyorlardı. Pek âdetleri değildi ama konu son yerel seçimlere ve yeni belediye başkanına geldi. Bizim genç mühendis, dert yanmaya başladı:

Benim ailem muhafazakâr bir ailedir. Sürekli sağ partilere oy verirler. Son yerel seçimlerde de AK Parti’nin adayı Binali Yıldırım’ı desteklediler. Ancak ben onlara “Artık değişim zamanı geldi, bazı şeylerin değişmesi lazım. Daha genç, dinamik, gelecek vaat eden adayı desteklemeliyiz. Şu sol ve CHP ön yargısını da bir kenara bırakın, artık hiçbir şey sizin eskiden yaşadığınız gibi değil.” dedim. “Ailemin tüm itirazlarına rağmen Ekrem İmamoğlu’nu destekledim. Her şey çok güzel olacaktı, herkesi kucaklayacaktı; eskinin köhnemiş siyaset anlayışını değiştirecek, yenilikler getirecekti. Ama aradan bir yıla yakın zaman geçmesine rağmen hiçbir icraat görmedik, hiçbir vaadini yerine getirmediği gibi yapılan güzel işleri, projeleri de yürütemedi; tıkır tıkır işleyen sistem bozuldu. Sürekli ona buna laf yetiştiriyor, her şeyi kötüleyip eleştiriyor ama zerre iş üretmiyor. Sürekli lafebeliği yapıyor, ortamı geriyor, ilgi alanı olmayan konulara giriyor ama ilgi alanıyla ilgili en ufak bir gayret göstermiyor. Kısacası şu bir yıla yakın geçen zamanda bozulan, geriye giden çok şey gördük ama daha iyiye, güzele giden hiçbir şey göremedik.” diyerek dert yandı, yaşadığı hayal kırıklığını dile getirdi. Sözünü bitirince altmış yaşını geride bırakmış iş arkadaşı, beklemediği şekilde kahkahayı bastı. Altmış yaşını geride bırakmış adamın böyle dalga geçer gibi gülmesi zoruna gitmişti, suratı düştü. Bunu fark eden adam, “Bozulma hemen, bak sana bir fıkra anlatayım.” dedi:

Tımarhanedeki deliler, bir odanın anahtar deliğini bellemişler, sıraya girip devamlı o delikten bakıyorlarmış. Biri baktıktan sonra diğeri onun yerine geçiyor ve bu böyle sürüp gidiyormuş. Bu hâle şaşıran bir doktor da delilerin arasına karışmış, nihâyet sıra ona gelmiş ve o da merakla delikten bakmış. İlk bakışta bir şey göremeyince, tekrar sıraya girmiş ve aynı delikten birkaç defa daha bakmış ama her seferinde boş bir odadan başka bir şey göremeyince sıraya girip bir daha bakmış. Biraz uzun kalınca deliler kızarak bunu delikten uzaklaştırmışlar ve bu kadar sıra varken uzun uzun bakamayacağını söylemişler. Doktor son kez sıraya girip yine bir şey göremeyince delilere dönüp “Yahu ne var bu odanın içinde? Ne bakıyorsunuz? Ben baktım, hiçbir şey görmedim.” demiş.

Deliler doktora “Sen kaç kere baktın?” diye sormuşlar:

Doktor “Birkaç kere baktım.” diye cevap vermiş:

Deliler ise kahkahalarla gülerek “Biz yıllardır hiç durmadan bakıyoruz, bir şey göremiyoruz, sen iki üç kere bakmakla mı göreceksin?”demişler.

Senin yaşadığın da bu delilerin içine düşen doktorun yaşadığı ile aynı… Ben kendimi bildim bileli sola oy veririm. Dedem de babam da aynıydı. Sola oy vermemizin sebebi, hiçbir zaman hizmet değildi. İdeolojik takıntılarımız, farklı yolda yürümemize hep engel oldu. Son seçimlerde de büyük bir umutla mevcut belediye başkanına oy verdik. Bu defa her şey farklı olacaktı. Yıllardır farklı bir şey olacak diye hep aynı delikten bakıyoruz ama bir türlü bir şey göremedik. Sen bir kez bizim baktığımız delikten bakıp farklı bir şeyler, güzel manzaralar görmeyi umuyorsun. Bizim elli altmış yılda göremediğimizi sen bir yılda görmeyi umuyorsun. Çok beklersin!..

Bu defa kahkaha atma sırası genç mühendisteydi!.. Kahkahalar, az sonra ikisinin yüzünde de yerini acı bir gülümsemeye bıraktı.