Merhum Cemil Meriç söylemişti:

“Önünde birçok yollar var: politika bunlardan biri. Belki en aldatıcısı olduğu için en cazibi. Mutlak’ın ve sonsuzun rüyası. Mukaddes bir abes. Bana sorarsan kütüphanene dön, yani kitap ol, aydınlan ve aydınlat…”

İçimizdeki savaşı kazandığımız takdirde dışımızdaki savaşı da -mutlaka- kazanmış oluruz. Dolayısıyla içimizdeki savaşı kaybedersek dışımızdakini de kaybetmişiz demektir.

Kendimize ‘yol’ olarak belirlediğimiz her ne ise onunla çetin bir imtihandayız.

Mevlâna, “İnsan yaptıklarıdır” derken bunu kasteder.

Şair büyüğümüz Mustafa Özçelik bir Yunus Emre sevdalısı ve araştırıcısı. Onun tespitine göre, Yunus Emre’yi baştan sona okuduğumuzda üç dersi başarıyla geçmiş sayılırız:

1.Kibir kaybettirir. Tevazu kazandırır.

2.Acelecilik kaybettirir. Sabır ve temkin kazandırır.

3.Hırs kaybettirir. Kanaatkârlık kazandırır.

Hayata bir bütün olarak bakmıyoruz. Temel açmazımız bu. Hepimiz kendi bulunduğumuz fasit dairenin içinde ya da işgal ettiğimiz alanlarda olup bitenlerle amel ediyoruz. Onları yüceltiyoruz ya da onlar dışındaki hiçbir şeyi umursamıyoruz.

Kayıplar ve kazançlara bu daireden baktığımız için afallayıp kalıyoruz.

“İmanda birleşen tarikatta ayrılır. Menfaatte birleşen taksimatta ayrılır. Öyle bir an gelir ki sahtekârların tümü yalanda birleşirken hakikatte ayrılır.” (Abdürrahim Karakoç)

Hep bizim dışımızdakilerin bizi anlamasını bekliyoruz. Sürekli aynı şeyleri talep ediyoruz. Fakat hiçbirimizin aklına doğru soru gelmiyor: “Biz bu milleti neden anlamıyoruz?”

Mesela “dava” diye bir turnusol kâğıdımız var. Onu somut bir değer gibi görüyor ve sürekli ona bakarak vaziyet almaya çalışıyoruz. Hep ondan bir şeyler bekliyoruz.

Oysa davayı kim yüceltir ya da batırır? Dava kendiliğinden oluşan bir değer midir? Kendi kendini mi yükseltir veya alçaltır?

Başından beri hakikatle, hikmetle, irfanla bir meselemiz var…

Siyaseten kaybettiğimizde sanki imanımız da elimizden alınacakmış, uçup gidecekmiş, davamız halel görecekmiş gibi paniğe kapılıyoruz. Bu çırpınış bizi dibe doğru çekmeye başlıyor.

İnsanlık tarihinin ilk anından bugüne o kadar çok yaprak dökümü yaşandı ki…

Ama baharlar hiç bitmedi.

Koca bir kayıkta olduğumuzu düşünelim. Kayığın bir ucu su almaya başladığında karşı tarafta oturanın “İyi ki bizim taraf su almıyor” diye sevinmesi ne kadar anlamsızdır.

Aliya söylemişti:

“İktidara gelirseniz hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlâk kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah’ın önünde hesap verecektir.”

Bu böyledir…

Böyle ince yaşadığımız sürece ahlâkî üstünlük bizde olur. Geri kalan hiçbir şeyin ehemmiyeti kalmaz.

Eve dönmek lazım…

Şarkıya ve kitaba dönmek lazım…

Balkona çıkmak lazım…