Bugün, şu saat, şu dakika ve hatta muhtemelen siz bu rapordaki her bir harfi okurken uzun süredir İsrail’in ablukası altında olan Gazze’de insani durum daha da ağırlaşıyor. Dünyanın birçok önde gelen ülkesi artık gittikçe kötüleşen insani durumun ağırlığı altında meşruluğunu kaybeden İsrail’in saldırganlığına karşısında sessiz ve tepkisiz.
Birleşmiş Milletler'in (BM) son rakamlarına göre 7 Ekim’den bu yana hayatını kaybeden insan sayısı hali hazırda 17 bini geçti. Üstüne üstelik öldürülen 17 bin 487 insanın 7 bin 112'si çocuklardan oluşuyor.
Çok kısa sürede böylesine bir katliamın ortaya çıkardığı bu tablo ise daha henüz Yugoslavya’da yaşanan soykırımın altında ezilen uluslararası kamuoyunu artık tartışılmaya başlanması gereken belli sorulara itiyor.
Soykırım nedir?
Öncelikle soykırımın bir tanımını vermek ve onu tasvir etmek bu yaşadığımızın ne olduğunu anlayabilmek için elzemdir. Soykırım; ırka, dine, siyasi görüşe veya etnik kökene bağlı özelliklere dayanan bir grubun bilerek ve isteyerek, düzenli bir biçimde ortadan kaldırılmasıdır. Öte yandan, bir topluluğun yaşam alanlarının ortadan kaldırılması yoluyla yaşadıkları coğrafyadan koparılması da soykırım olarak tanımlanıyor. Bu noktada “düzenli” sözcüğü önem taşır ve belli bir devlet otoritesi kararıyla ve onun organlarıyla gerçekleştirilen faaliyetleri belirtir.
Bir uluslararası hukuk belgesi olan, 9 Aralık 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nde, soykırımın unsurları şu şekilde tarif ediliyor:
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi,
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak,
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.
O zaman şimdi de yukarıdakilerden herhangi birinin planlı bir şekilde gerçekleştirilmesinin soykırım kabul edileceği bu eylemlerin 7 Ekim'den bu yana süregiden çatışmada mevcut olup olmadığını inceleyelim.
İsrail belli bir etnik, dini, kültürel grubu kasten hedef alıyor mu?
7 Ekim’de Hamas’ın saldırısının ardından İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın “Biz insani hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket ediyoruz.” söylemi yaşanacak insani faciayı adeta özetliyordu. Bu söylem adeta gerçekleşecek savaş suçlarının habercisiydi. Çok kısa sürede ortaya çıkan ve neredeyse tamamı hava bombardımanlarıyla oluşan insani kaybın ilk günlerinde İsrail devletinin sivillere herhangi bir uyarıda bulunmaması ve bombalama şeklinde savaş düzeniyse Filistinli sivillerin adeta planlı veya kasıtlı bir şekilde öldürüldüğüne işaret ediyor.
İsrail’in sivilleri koruma projesi olarak ortaya koyduğu, Gazze’yi ikiye ayıran ve sivillere Gazze’nin güneyine gitmeyi direttiği planı 13 Ekim’de ortaya koyuldu. Ancak İsrail’in hava bombardımanı 7 Ekim’de başlamıştı ve maalesef en büyük sivil kayıplar da bu 6 günlük sürede verildi. Ayın 13'üne geldiğimizde öldürülen Filistinli sayısı 2000’e yaklaşmıştı.
Sivil kayıplarının artmasında İsrail’in kullandığı saldırı sisteminin türü etkin rol oynuyor. İbranicesi “Hobsora”, İngilizcesi ise “The Gospel” olan yapay zekaya dayalı saldırı sistemi tamimiyle belli bir bölgeyi imha etmek üzerine kurulan bir sistem. Bu sistemde bir apartman dairesindeki askeri ya da politik hedef için bütün bir mahalle veya sokak vurulabiliyor. Yani bu sistem başlı başına bir imha makinası. Yapay zekadan gelen sonuç hiçbir şekilde sivil ölümleri engelleyecek bir mekanizmayla kullanılmadığı takdirde bu sistem planlı ve düzenli bir imha sistemi sunuyor.
O zaman asıl sorulması gereken soru şudur: Bu sistemin gaz odalarından farkı nedir? Sivilleri hiçbir koruma stratejisi olmaksızın ve ayırt etmeden hedef almak bir savaş suçudur.
Öte yandan mahallelerdeki binaların böylece topluca hedef alınması ve adeta sağlam bina bırakılmaması da Gazze’deki insanların yaşam alanlarının değiştirilmesini ve onları vatanlarından koparmayı hedefliyor. Buna son zamanlarda gündemden düşmeyen hastane ve diğer kamu binaları da eklenince, İsrail’in a ve c maddelerince soykırım suçunu planlı bir şekilde işlediğini net bir şekilde söyleyebiliriz. Kanıtları ortada olan bu hasarın ilgili medya kuruluşları ve insan hakları ihlallerini belgeleyen kurumlarca göz önüne çıkartılması ve soruşturmayı yürüten mahkemelere sunulması gerekiyor.
İsrail çocuk doğumlarını engelleyerek veya yaşam koşullarını değiştirerek kalıcı ruhsal veya fiziksel hasara neden oluyor mu?
Yukarıda da belirtildiği gibi an itibarıyla İsrail’in Gazze’ye 7 Ekim’den bu yana gerçekleştirdiği saldırılar neticesinde ölen 17 binden fazla insanın 7 binden fazlası çocuk ve yaklaşık 5 bini de kadınlardan oluşuyor. Bu durum Gazze'de neslin devamı için açık bir şekilde tehdit oluşturuyor. Hamas'ın çatışan birliklerinin neredeyse tamamının erkeklerden oluştuğu göz önünde bulundurulduğunda, kadın ve çocuk ölümlerinin yüzde 70'lere dayanması durumun vahametini gösterir nitelikte. Ancak, yukarıda bahsettiğimiz yapay zekaya dayalı askeri teknik neticesinde bir anda tek bir hedef için tüm sokağın veya mahallenin hedef alındığı düşünüldüğünde sonuç şaşırtıcı değildir.
Neslin devamı sadece bu şekilde de tehdit edilmiyor. Yukarıda bahsedildiği gibi, hastanelerin, okulların ve tüm diğer altyapıların yok edilmesi bu bölgelerde yaşayan çocuklarda ve halkın tamamında etkisi giderilemeyecek maddi ve manevi hasarlar bırakıyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi barışçıl bir ortamda en temel haklarına ve en başta yaşam hakkına sahip Filistinli çocuklar sadece 7 Ekim’den bu yana değil tüm yakın geçmişimizde İsrail tarafında zulme uğramaktalar.
BM verilerine göre sadece 7 Ekim’den beri Gazze haricinde Batı Şeria bölgesinde 101 çocuğun yerleşimciler ve İsrail askerlerince öldürüldüğü 388 çocuğun yerinden edildiği ve raporlanması mümkün olmayan sayıdaki Filistinli çocuğunda tutuklanıp işkenceye maruz kaldıkları tespit edildi. Öte yandan, 1967'den bu yana resmi rakamlara göre toplamda 60 binden fazla çocuğun gözaltına alındığı raporlandı. Herhangi başka bir çatışma veya işgal bölgesine göre orantısız bir şiddeti yansıtan bu sayıyı oluşturan her bir vaka önce ulusal sonra da uluslararası mahkemelerce soruşturulmalıdır.