Gazze insanlığın son sığınağı. Muktedir diktatörler her gün yeni güvenli bir yer gösterip yolda çocuk, kadın, ihtiyar gözetmeksizin yok ediyor. Siyonizmin tek amacı, bölgeyi insansızlaştırarak terörist işgalcileri yerleştirmek. Siyonist teröristler, para harcamadan edindikleri ateş gücüyle masum insanları Sina Yarımadası’na süpürüyor. Bir nesne olarak gördüğü, kendisine direnen insanları ve heybesinde, gönlünde, etrafında insanlıktan bir iz taşıyan kim varsa herkesi onlarla süpürüyor ve yakaladığı yerde gözüne bakma cesareti olmadığı için uzaktan bıraktığı bombalarla yok ediyor.

Siyonist ve evanjelist güçler; insanın ıslah yurdu Mezopotamya’da insanı, Nemrut ateşiyle yeniden sınıyor. İnsanoğlu İbrahimî yönteme sığınarak ateşi, gül bahçesine dönüştürmenin mücadelesini vererek kötücül anlayışlara yeniden direnmenin destanını yazmaya devam ediyor. Atalarına zulmeden ve bir Musa doğmasın diye erkek çocuklarını katleden Firavun’la anlayışta kardeş olan siyonistler; sadece bir Musa doğmasın diye değil; bir anne, bir Musa ve anneler; “Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyen Raşeller doğurmasın diye soykırım yaparak insan soyuna ihanet ediyor.

Kötülüğü kurumsal bir dürtüyle bayraklaştıran siyonizm ve destekçisi ideolojik Hristiyan evanjelizmi, mensup oldukları soy kütüğüne sadakatle Avusturalya yerlilerine, Kara Kıta’ya, Kızılderililere ve Endülüslülere karşı işledikleri suçları yine ve yeniden tasarlayarak ve taammüden işleyerek insanlık tarihinin yeryüzünde yaşanan en aşağılık eylemlerine devam ediyorlar.

Vicdansız psikopatların katlettiği binlerce anne ve çocukların görmezden gelindiği günleri gördük. Dünyada insan olarak yaşadığını zanneden kalbi sönmüş, insanlıktan eser taşımayan ve vicdanı fosfor bombasında yanan modern ölüm makinesinin sahipleri, galip olsalar da mağlupturlar. Dünya solgun bir yer artık çünkü Gazze’de ev yok; ağaçlar yakıldı, açık alanda otlayan kuzular bile siyonist asker kurşunlarıyla vuruldu. Gazze’de canlı kalmasın diye dünyanın en güçlü silah üreticileri bütün imkânlarını seferber ederek Gazzelileri mağlup etmek için çırpındıkça hepimiz ölüyor ve mağlup oluyoruz. Gazze direniyor ve yaşıyor. Âkif’in bir asır önce söyledikleri ile yeniden uyanır mıyız? “Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım: / Ne yapıp ye’simi kahreyliyeyim, bilmem ki? / Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki... / Ah... Karşımda vatan namına bir kabristan / Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan!

Gazze, ekmek bulmak için çıktığı evine dönen Filistinli babanın tüm ailesinin cesetleriyle karşılaştığı bir yeryüzü anıtıdır artık. Gazze, bebeklerin soykırım coğrafyasında doğup soykırımda öldüğü yerdir. Filistin ve Gazze’de insan zulme, açlığa, acıya ve şehadete doğar ve şehit olmak için yaşar.

"Tanrı'nın seçilmiş halkı" ve “vadedilmiş toprakların sahibi” iddiasıyla anneleri bebekleriyle, yeni doğmuş bebekleri kundakta öldüren şeytandan daha şeytan siyonistler, insanlık suçu eylemlerini meşrulaştırmak için şeytani bir algı için çaba sarf ediyorlar.

ABD'li Senatör Chris Van Hollen'ın tespitiyle: "Gazze'deki çocuklara kasıtlı olarak artık yiyecek verilmediği için ölüyorlar. Bu bir savaş suçudur. Bu, ders kitaplarına geçecek bir savaş suçudur. Bu da bunu planlayanları savaş suçlusu yapıyor." Ve artık Gazze’de salgın tehlikesi ile tanık olunacak toplu ölümlerin endişesi var.

Siyonist-evanjelist birlikteliğinden oluşturulan silahlı güç odakları, güçlerini ve silahlarını uzak mesafelerden sadece çocukları, kadınları ve sivilleri katletmek için kullanıyor. İşgal gücünün keskin nişancıları aileleri, ibadet edenleri ve sağlık ekiplerini hedef alarak ateş ediyorlar. Şehit insanlar düştükleri yerde çürümeye terk ediliyor. Gazze'den Mısır sınırındaki Refah'a yönlendirilen bir buçuk milyon Filistinli her an "sistematik toplu imha ve soykırımla" karşı karşıya. İnsanları "ölüm ya da sürgün" ile sınayan İsrail; Mısır, sınırı açsın ve Gazze "insansız kalsın" diye çılgınca ve insan haysiyetini kırıcı, savaş hukukunu gözetmeyen bir aşırılıkla insan soyuna ihanet ediyor. Savaşı Sina Yarımadası’na taşıyarak sınırlarını genişletmek isteyen İsrail,  Sina’yı Mısır’dan kopararak vadedildiğine inandığı arzımevud’u biraz daha genişletme derdinde.

Biliyoruz ki yirminci yüzyıl olarak tanımlanan güçlüler çağında, 1948’de Filistin topraklarından Filistinliler tehcire, katliama ve teröre maruz bırakılarak kayıtlı tarihin hiçbir kesitinde orada olmayan bir Yahudi devleti kuruldu. Batılıların garnizon devleti sınırsız silahlandırılarak 1967’de Batı Şeria - Gazze’nin işgal edilmesi temin edildi ve bölge Avrupa kökenli siyonist militanların mücadele sahası hâline getirildi. Siyonizmin “yerleşimci-kolonyal etno-ulusal” ırkçı ve kendisi dışındaki insanı, insan kabul etmeyen anlayışından ötürü; Filistinliler Sina’ya aktarılıp oranın da işgal için bir çatışma alanına dönüştürülmek istendiği düşünülüyor. Başta Mısır olmak üzere dünyada insanca yaşamaya özlem duyan tüm insanlar ve insanlıktan iz taşıyanların, Gazze düşerse Sina’nın da savaş alanına dönüşeceğini bilmeleri gerekir. 

İsrail ve ABD ile Avrupalı otoriteryen anlayışın taraf olduğu her anlaşma, anlaşmamak ve ikna edici bir algı gerçekliğe dönüştürüldüğünde bozmak için yapılır. 1917 Balfour Deklarasyonu ile başlayan Filistin toprağının işgalinden bugüne kadar yapılan tüm anlaşmalar, tek taraflı olarak adı geçen emperyalist güçler tarafından bozulmuş ve her anlaşmazlıktan sonra “savunma hakkı” gerekçesi ile yeni işgal ve soykırımlar yapılmıştır. …. Camp David Sözleşmesi (1978), İsrail-Mısır Anlaşması (1979), siyonist güçlerin Güney Lübnan’ı işgali (1982) ve Sabra-Şatilla kamplarındaki katliamlar. Oslo Antlaşması (1993) ile karşılıklı birbirini tanıma taahhüdünde bulunan İsrail ve Filistin’in bölgedeki barışı inşa süreci, İsrail’in yerleşimci politikaları ve Şaron’un Mescid-i Aksa’yı ziyareti ile akamete uğratılmıştır. Birinci ve ikinci intifadadan sonra “siyonist duvarı”nın inşası yeni parçalanmalara ve çatışmalara zemin hazırlamıştır. Filistinli şair M. Barghouti’ye göre “İşgal, meçhul bir sevgiliye aşık nesiller yarattı. Bizden (Filistinlilerden): uzak, çetrefilli; muhafızlarla, surlarla, nükleer füzelerle ve katıksız bir terörle çevrilmiş bir sevgili (Filistin).” Ve Cahit Zarifoğlu'nun ifadesi ile: "Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim."