Nefes alırken ve verirken iki nimet kullandığımıza göre hayatın bütünü bir nimetler okyanusu... Nimet içinde nimet… Lütuf içinde lütuf…

Şairin ifadesiyle;

“Ne büyük bir gaflet içinde beşer,

Bilmez ki; bir nefes sonrası mahşer” Ömrümüz boyunca, milyarlarca aldığımız nefesimizin en önemlisi hiç şüphesiz ki son nefes… İnsan tek bir nefesin şükrünü ödemekten dahi aciz…

Bursalı Bahrî Baba’nın dediği gibi:

“Şu mâhiler ki derya içredûr deryayı bilmezler.” Yani balıklar denizde bulunur fakat bunun farkında değillerdir. Bir deryada bulunduklarının şuurunda değillerdir.

Şükür “farkında olma”… Nimeti değil¸ nimeti vereni görmektir. Sonsuz nimetlerin ortasında yüzerken nimeti, Karşılıksız vereni hatırlama, ona teşekkür etme, onu her daim hamd ile anmadır.

Şükür kulluk bilinci, bir yaşama biçimi… Allah’a kul olmanın gereği…

Şükür; Yaratandan gelene razı olmak, O’nun bahşettiği nimetlerin değerini bilmek, “Sana hamd olsun yâ Rabbî!” diye o nimetleri verene teşekkürünü dile getirmek...

Şükür, lisanın ziyneti, ömrün bereketi, kalbin safâsı, vicdanın cilâsıdır. Elimizdekilerin farkına varmayıp ümitsizliğe düştüğümüz zamanlarda içimizi acıtan her şeyi bir kenara bırakmaktır şükür.

Şükretmek sadece dille “Elhamdülillah, Ya Rabbi şükür” demek değildir. Asıl şükür, her nimeti, Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirmektir. Aldığımız her nefesin, hayatımızın, aklımızın, sağlığımızın, bütün imkânlarımızın kendine has bir şükrü vardır.

Yaratılmış olmamızın şükrü imandır. Şükür¸ kulun¸ Hakk'ın kendisine bahşetmiş olduğu göz¸ kulak¸ diğer âzâ ve çeşitli nimetleri yerinde sarf etmektir. Mesela¸ Kalbimizin şükrü, kin, nefret gibi kötü duygulardan uzak durmakla; dilin şükrü Allah’ı zikretmekle; malın şükrü¸ sadaka ve zekât vererek ihtiyaç sahiplerine infakla; sıhhate şükür¸ hastaları gözetip onları ziyaret etmekle; ilme şükür¸ bir başkasına öğretmekle; akla şükür¸ aklı vereni bilmek ve onu Allah’ın istediği yönde kullanmakla; insanlığımıza şükür¸ Allah ve Resulünü bilmek¸ Kur’ận ve sünnete sarılmak¸ sırât-ı müstakîm üzere olmakla; tokluğa şükür¸ aç olanı doyurmakla vs. yerine getirilmiş olur.

Peygamber Efendimiz (sav) sıkça “Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetlerine şükretmek, sana en güzel şekilde kulluk etmek için bana yardım eyle!” (Ebû Dâvûd, “Vitr”, 26) diye dua ederdi.

●Günün Ayeti

“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 41/34)

●Günün Hadisi

“Bir konuda sana inandığı halde, kardeşine yalan söylemen ne kadar büyük bir ihanettir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 71)

●Günün Duası

“Rabbim! Tövbemi kabul et, günahımı temizle, duamı kabul buyur, delilimi sabit kıl, dilimi doğru yap, kalbime hidayet ver, göğsümün kin ve hasedini çıkar.” (Tirmizî, “Deavât”, 114)

●Ramazannâme (Ramazan Manileri)

Oruca özendik mi?

Tutunca sevindik mi?

Mübarek Ramazanda,

Nefsimizi yendik mi?

●Sıkça Sorulanlar

İtikâf nedir, nasıl yapılır?

Dinî bir terim olarak itikâf akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına gelmiş bir müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet/Allah’a yakınlık elde etme niyetiyle bir süre durması demektir. İtikâfa giren kimse, camide yer, içer, uyur ve ihtiyacı olan şeyleri mümkün olduğu takdirde camide tedarik eder. Tuvalete gitmek, abdest almak ve gerekli olduğunda gusletmek gibi tabiî ihtiyaçları için ise camiden dışarı çıkabilir. Bulunduğu camide cuma namazı kılınmıyorsa, cuma namazını kılmak üzere başka bir camiye gidebilir. Cenaze namazı için ise dışarı çıkamaz. Kendisine veya malına bir zarar geleceği korkusuna kapılması ya da zorla çıkarılması hâlinde başka bir camiye gitmek üzere içerisinde bulunduğu cami veya mescidden çıkabilir. Bu zorunlu hâllerin dışında camiden çıkarsa itikâfı bozulur (Merğinani, el-Hidaye, II, 291-293).

Hz. Peygamber’in (sav) Ramazan’da ve özellikle bu ayın son on gününde itikâfta bulunduğunu bildiren birçok hadis-i şerif vardır (Buhari, “İtikaf”, 1; Muslim, “İtikaf”, 1-5; Ebu Davud, “Ramazan”, 3; “Savm”, 77).

Nafile olan itikâfın en azı bir gündür. İmam Ebû Yûsuf en az süreyi, bir günün yarıdan fazlası olarak belirlerken İmam Muhammed itikâf için bir saati de yeterli bulur (Merğinani, el-Hidaye, II, 290). Yukarıda izah edildiği şekli ile camide itikâf erkeklere mahsustur. Kadınlar ise evlerinin namaz kılmak üzere belirledikleri bir yerinde itikâfta bulunabilirler (Merğinani, el-Hidaye, II, 291).

Şâfiî mezhebine göre ise, mescid dışında itikâf caiz değildir. Kadın, kocasından izin alarak mescitte itikâf yapar. Zira Hz. Peygamber’in (sav) eşlerinin mescidde itikâfa girdikleri rivayet edilmiştir (Muslim, “İtikaf”, 6). Bu mezhebe göre itikâf sırasında oruçlu bulunmak da şart değildir (Şirazi, el-Muhezzeb, I, 350; Şirbini, Muğni’l-muhtac, I, 658-662).

 (Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetvalar)

●Esma-i Hüsnâ

Ya Hayy!
Her diri senden alır dirliğini
Diriliğimi diriliğine ayine eyle
Ölüm bile senin ihya etmenle diridir
Ölümümü ebedi hayata bahane eyle

Ya Kayyum!
Yokluğa düşürme kalbimi yanında tut sevdiklerimi
Unutuşlara gömme yüzümü nazarında tut güzelliğimi

Ya Vacid!
Varlığını anlatmaya var sözü yetmez
Varlar seninle vardır
Varlığını anlamaya varlığım yetmez
Varlık sana şükrandır
Varlığına bahane yok senin an seninle vardır
Beni bensiz bırak beni sensiz bırakma

Ya Macid!
İzzet sahiplerinin olanca izzeti sana aittir
Övülenlerin bütün güzellikleri sana aittir
Vereceklerine karşılık değildir olamaz ibadetim
Ancak verdiklerin içindir cennetine al beni

(Senai Demirci)

el-Hayy: Diri, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten. Varlığı devamlı olan, hayat sahibi, ölmeyen diri, her şeyin varlığı onun varlığına bağlı olan.

el-Kayyûm: Gökleri, yeri ve her şeyi tutan. Varlığının başlangıcı ve sonu olmayıp varlığı kendinden olan, tüm evrenin varlığını sürdürmesi onun varlığına bağlı bulunan, bütün yaratılmışları dilediği gibi idare eden, her şeyin gözetimini üzerine alan, yok olmayan.

el-Vâcid: İstediğini, istediği vakit bulan. Hiçbir şeye muhtaç olmayan ve ne zaman dilerse dilesin elde edebilen. Kendisinden hiçbir şey gizlenemeyen, her şeyi var eden, varlık sahibi.

el-Mâcid: Şanlı, şerefli. Azameti, kadri ve şanı büyük. Şerefi, kerem ve fazileti bol. Sonsuz şan-şeref ve yücelik sahibi, ihsanı, cömertliği bol olan.

●Bir İnci

“Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

(Mevlana)

●Peygamberimizden Hatıralar

Hakkında Allah Resûlü’nün, “Ümmetimin bilgesidir.” buyurduğu güzide sahâbî Ebu’d-Derdâ (ra), bir gün Şam’da fidan dikmekteydi. Bu esnada yakınından geçmekte olan bir kişi, ağaç dikmesinin dünya hırsından ve dünya malına düşkünlüğünden kaynaklanan bir uğraş olduğunu zannetmiş olmalı ki, onun bu durumunu garip karşıladı. Yaptığı işi küçümser bir eda ile “Allah Resûlü’nün (s.a.s) arkadaşı olduğun hâlde sen de mi böyle yapıyorsun?” dedi. Ebu’d-Derdâ bu kişiye, “Hakkımda hemen hüküm vermeye kalkma! Zira ben, Allah Resûlü’nün (s.a.s),

Her kim bir ağaç diker de ondan bir insan yahut Allah’ın yarattığı herhangi bir canlı yerse muhakkak bu, o kimse için bir sadaka olur." buyurduğunu işittim.” diye cevap verdi.  

(İbn Hanbel, VI, 443; Hadislerle İslam, VII, 371)

●Her Güne Bir Kavram

Ferâset/Firâset

1.Çabuk seziş, zihin uyanıklığı, keskin zekâ, çok seri kavrayış kabiliyeti.

2. Akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi gücü ile ulaşılabilen bilgi; ilham, keşif, kalp gözüyle görme.

3. İnsanın Allah’a karşı yükümlülüklerinin ve sorumluluklarının farkında olup bunları içtenlikle yerine getirdiği zaman insanda oluşan yetenek.

“Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizî, “Tefsîru"l-Kur’ân”, 15)

Allah’ın, kalbine attığı bir nur ile kulun hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayırmasına ve muhataplarının karakterlerini teşhis etmesine “ilâhî firâset” adı verilmiştir.

4. Allah Teâla’nın sevdiği kullarının kalplerine ihsan ettiği bir nevi idrak, anlayış, kavrayış.

5. İnsanın, bütün hâl ve hareketlerine Allah’ın vâkıf olduğunu bilmesi ve bu bilinç hâlinin zihninde devamlı canlı tutması.

6. Olayların iç yüzünü keşfetme, arka planını okuma ve geleceğe yönelik doğru tahminlerde bulunma.

“Mümin, bir delikten iki kere sokulmaz.”

(Buhârî, “Edeb”, 83; Müslim, “Zühd”, 63)

7. Bir kimsenin dış görünüşüne bakarak onun ahlak ve karakteri hakkında tahminde bulunma, huy, kişilik, meslek gibi yönleri hakkında fikir yürütme kabiliyeti.

Editör: TE Bilisim