Hazırlayan: Abdurrahman Akbaş

İhlas; kişinin düşüncelerinde, davranışlarında ve ibadetlerinde samimi olması ve yalnızca Allah’ın rızasını gözetmesidir. İnsanın amellerini kıymetli hâle getiren, cevher hükmünde olan sözleri ve eylemleri mücevhere dönüştüren bir erdemdir.

İhlas, yürekten geldiği gibi sevgi ve muhabbetle yaşamaktır. Kendi faydasından daha çok Allah’ın rızasını, insanların faydasını düşünmek, çıkarlarını ve menfaatlerini geri planda tutmaktır. İhlas, dilden çıkan söz ile kalbin birlikte hareket etmesidir. Söylenen sözden ve işlenen fiilden dolayı gönlün ikna olması ve ondan huzur duymasıdır. İnsanın basit gördüğü bir hâli bile ihlas Allah’a ulaştırır ve cennetin yolunu kolaylaştırır. Samimiyetsiz ve Allah’ın rızası amaç edilmeden yapılan işler Allah tarafından makbul olmayan işlerdir. Kişiye bir fayda vermez. İhlas ameli korur ve onu Allah katına ulaştırır. İhlas olmadan yani riya ile yapılan işler toplanan ekinlerin bir rüzgârda savrulmasına benzer. Ameller ne kadar çok olsa da uçar gider.

Peygamber Efendimizin, “Sen bendensin, ben de senden!” diyerek övdüğü sahâbî Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin anlattığına göre, bir adam Peygamberimize gelerek, “Şöhret ve kazanç (ganimet) elde etmek için savaşan kimse hakkında ne dersin?” diye sordu. Resûlullah (sav), “Onun için hiçbir şey yoktur.” dedi. Adam sorusunu üç defa tekrarladı. Allah Resûlü de her defasında, “Onun için hiçbir şey yoktur.” diyerek böyle bir adamın mükâfat elde edemeyeceğini belirtti ve ardından şöyle buyurdu: “Allah, ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.” (Nesâî, Cihâd, 24)

Her namazımızda okuduğumuz “Yalnızca sana ibâdet eder, yalnızca senden yardım dileriz.” (Fatihâ sûresi, 5. âyet) ayeti sadece Allah’a kulluk edilmesi gerektiğini ifade eder. İnsan her rekâtta bedenen ve kalben:  “Senin için geldim yâ Rabbî! Yalnızca sana yöneldim. Davetine uydum, seninle buluşmak için geldim.” demiş olur. Biri bin eden, eksikliği kapatan ve kulu yücelten işte bu samimiyettir. Allah’ın rahmet kapısından girmenin şartı edep ve samimiyettir. İşlenmeyen bilgi nasıl kişiye fayda vermiyorsa, samimiyetle yer etmeyen her eylem de yine faydasızdır.

Allahutaala: “Sen dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” (Zümer sûresi, 2. âyet) buyurarak sadece kendi rızasının gözetilmesini emretmiştir. Allah’tan başkası adına, başkasının memnuniyetini almak için yani Allah’a başka birini ortak kılarak yapılan ibadetin bir faydası yoktur. Ameller ancak ihlasla ve Allah’ın rızası gözetilerek yapıldığında bir değer taşır.

Amellerin sağlam olması için de öncelikle niyetin sağlam olması gerekir. Efendimiz (s.a.v.): “Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, V, 185.) buyurarak niyetin, amelden önce geldiğini ifade etmiştir. İslâm, iyi niyet ve samimiyetle hareket eden ancak niyet ettiği ameli yerine getiremeyen kişiyi o amelin sevabından mahrum bırakmamıştır. Herkes niyetinin karşılığını görür. Niyeti düzgün olan dosdoğru yolda olur ve bu yol da kişiyi Allah’ın rızasına ulaştırır.

Efendimiz (s.a.v.) riyakârlığa “küçük şirk” adını vermiş ve ümmeti adına en çok riyadan korktuğunu söylemiştir. Allahutaala kıyamet gününde riyakârlara: “Dünyada bu amelleri kime göstermek için yaptıysanız, şimdi onun yanına gidin ve ödülünüzü ondan isteyin; bakın bakalım size bir ödül verebilecekler mi?” (Ahmed b. Hanbel Müsned, V, 428,429.) buyuracaktır. İnsanların beğenisi için; makam, mevki, övülme ve zenginlik isteklerinden dolayı niyeti bozmamak, amelleri boşa çıkarmamak gerekmektedir. Dünya nimetlerini, ahiret nimetlerine tercih etmemelidir. Unutulmamalıdır ki asıl hayat ahiret hayatıdır.

·GÜNÜN ÂYETİ
“Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı bağlanıp dinlerini yalnızca O’na özgü kılanlar başkadır. İşte bunlar müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere ileride büyük bir mükâfat verecektir.” (Nîsâ Sûresi, 47. Âyet)

RAMAZAN İLMİHÂLİ

Oruç Fidyesi Nasıl Ödenir?

Oruç fidyesinin tutarı fıtır sadakası kadardır. Bu fidyeler Ramazan’ın başlangıcında verilebileceği gibi, Ramazan’ın içinde veya sonunda da verilebilir. Fidyelerin tamamı bir fakire topluca verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de verilebilir. Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye güçleri yetmiyorsa Allah’tan bağışlanmalarını isterler. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, ileride tutabilecek duruma gelirlerse, fidyelerini vermiş bile olsalar tutamadıkları oruçları Hanefilere göre kaza ederler. Önceden verdikleri fidyelerin hükmü kalmaz, bunlar nafile bağış/sadaka sayılır. (DİB, Oruç-Sıkça Sorulanlar) 

·GÜNÜN HADİSİ
…“Allah, ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.” (Nesâî, Cihâd, 24)

BİR KISSA

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

Kıyamet günü Allahutaala'nın huzuruna önce, şehit düşmüş biri çıkarılacak. Cenab-ı Hak ona verdiği nimetleri bir bir hatırlatacak, o da bu nimetlerin kendisine verildiğini kabul edecek. Sonra aralarında şu konuşma geçecek:

“Sana verdiğim bu nimetleri nasıl kullandın?”

“Senin uğrunda şehit düşene kadar çarpıştım, yâ Rabbî”

"Yalan söylüyorsun; sen Allah için değil, kendine cesur adam dedirtmek için savaştın ve sana ‘Ne yiğit adam!’ dediler.”

Sonra görevlilere emredecek, onlar da onu yüzüstü sürükleyerek cehenneme atacak. Ardından, ilim öğrenip öğreten ve Kur’ân okuyan biri getirilecek, Cenab-ı Hak ona verdiği nimetleri hatırlatacak, o da bu nimetlerin kendisine verildiğini kabul edecek. Ve şöyle konuşacaklar:

“Sana verdiğim bu nimetleri nasıl kullandın?”

“İlim öğrenip öğrettim. Senin rızan için Kur’an okudum, yâ Rabbî!”

"Yalan söylüyorsun; sen ilmi, 'âlim' desinler diye öğrendin; Kur’an’ı da ‘ne iyi okuyor’ desinler diye okudun. Ve sana ‘Ne âlim adam. Kur’an’ı ne güzel okuyor’ dediler.”

Sonra görevlilere emredecek, onlar da onu yüzüstü sürükleyerek cehenneme atacak. Daha sonra Allahutaala’nın huzuruna, çok zengin biri getirilecek. Cenab-ı Mevlâ ona verdiği nimetleri hatırlatacak, o da bu nimetlerin kendisine verildiğini kabul edecek. Ve Hak Teâlâ soracak:

“Sana verdiğim bu nimetleri nasıl kullandın?"

“Yâ Rabbî! Malımı nereye harcamamı emrettiysen oraya harcadım.”

“Yalan söylüyorsun! Sen malını ‘Ne cömert adam!’ dedirtmek için harcadın. Gerçekten de sana ‘Ne cömert adam!’ dediler."

Sonra görevlilere emredecek, onlar da onu yüzüstü sürükleyerek cehenneme atacak.  (Müslim, İmâre 152; Nesâî, Cihad 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 321-322.)

GÜNÜN DUÂSI
Yâ Rabbî! Bizleri Sana ihlasla bağlı olan müttâkî kullarından eyle. Niyetlerimizi ve davranışlarımızı güzelleştir. Bizleri razı olacağın hâle ulaştır.

 CÜZ CÜZ KUR’AN

Yedinci Cüz

Yedinci cüzde; Maide suresinin son tarafı ve Enam suresinin ilk yarısı bulunmaktadır. Bu kısımdaki 3 konu (mesaj):

1. Hataların Bedeli

Maide suresinin son tarafı helal gıda ve helal kazanç ile tamamlanmaktadır. Bu arada ayetler bazı hatalar için gerekli olan kefaretleri de açıklamaktadır. Bunlardan birisi yemin kefareti, diğeri de ihramlıyken kara avı yapan kişinin ödeyeceği bedel konusudur (Maide, 5/89, 95). Sonra vasiyet için iki şahit tutma tavsiye edilir (Maide, 5/106-108). Surenin sonunda ise havarilerin, gökten mucize bir sofra (maide) inmesi için Hz. İsa’dan dua etmesini istemeleri ile ilgili bir olay anlatılır. Sonra bir mucize gerçekleşir. Aslında bu ayet ile yeryüzünün tümünün mucize bir sofra (maide) olduğu mesajı verilir.

2. Hatalar Düzeltilmeli: Aksi Takdirde Kişinin Sonu Dinden Uzaklaşmak, Şirk ve Putperestlik Olabilir

Maide suresinden sonra Enam suresi gelir. Tek parça halinde inen Mekkî bir suredir. (Bakara, Âl-i İmran, Nisa ve Maide sureleri ise Medenî idi.) Önceki Medenî surelerde bir vahiy toplumu olan Yahudi ve Hristiyanların bozulma süreçleri ve hataları anlatılmıştı. Enam suresinde de aslında bir vahiy toplumu olan ve Hz. İbrahim, İsmail gibi peygamberleri kabul eden Arap cahiliye toplumunun hataları anlatılmakta, nasıl putperest bir toplum haline geldikleri açıklanmaktadır. Surenin başında kâinatın ve insanın yaratılışı hatırlatılarak tevhit konusu ve önemi açıklanmaktadır. Sonra cahiliye Araplarının risalet ile ilgili akıl dışı talepleri zikredilmektedir. Onlar peygamberin meleklerden gönderilmesini istediler. ‘Eğer yeryüzünde melekler yaşasaydı o zaman melek bir peygamber gönderilirdi.’ şeklinde cevap verildi. Sonra müşriklerin ahiret ve dünya hayatı ile ilgili yanlış görüşleri tenkit edildi.

3. Peygamberin Tebliğ Görevi: Vahyin Rehberliğinde Hataları Düzeltmektir

Bu bölümde Hz. İbrahim (a.s.) örnek verilir. O tevhit inancındaydı. Hz. İbrahim (a.s.)’ın, tevhit inancını ispat için yıldız, ay ve güneş gibi varlıkların Tanrı olamayacağına dair bir sorgulaması aktarılır. Çünkü bunlar yok olan/değişen fani varlıklardır (Enam, 6/74-81). Yıldız, güneş, ay ve diğer varlıkları Allah insan için yarattı (Enam, 6/96-97), ama insanların bir kısmı bu nimetlere şükredecekleri yerde, bunları Tanrı edinerek Allah’a şirk koştular. Şirk gerçekten büyük bir zulümdür (haksızlıktır). (Rıfat Oral, Kur’an’ın Temel Konuları, DİB, s. 21-22.)

ESMÂ-İ HÜSNÂ
El-Alîm: "Gizli açık, geçmiş, gelecek, her şeyi en ince detaylarına kadar bilen."
El-Kâbıd: "Dilediğine darlık veren, sıkan, daraltan."
El-Bâsıt: "Dilediğine bolluk veren, açan, genişleten."
Editör: TE Bilisim