Oysa daha sonra, Şefik Polat’ın Batman’da Sıddık Tan isimli bir kişiyi öldürmekten arandığı ortaya çıkacaktı. Bu garip durumun nedeni ‘İslami Hareket’ üyelerinin devlet içerisindeki derin yapılanma ile çalıştıklarının bir işareti olabilir miydi? Uğur Mumcu cinayeti sürecinde yaşanan ilginç olaylardan biri de, medya ve polise sık sık ‘Hizbullah’ ya da ‘İslami Hareket’ ve diğer ‘İslami’ kimlikli örgütlere yönelik yapılan asılsız ihbarlardı. Kimliği meçhul şahıslar, bazen sıradan bir ikametgahı “İslami örgüt evi” olarak, bazen de İslami duyarlılığı yüksek olan insanları “İslamcı örgüt üyesi” diye ihbar ediyordu. Polis, Uğur Mumcu cinayetini ‘İslamcı’ cepheye yıkmak için öylesine şartlanmıştı ki, bu bazen çok komik vakaların ortaya çıkmasına neden olmuştu. Mesela Necmi Aslan’ın ikametinde yapılan aramalarda elde edilen “Harameynin geleceği ve İslam’ın Siyasal Gücünün Doğuşu” isimli makalede geçen ve Mekke ile Medine’nin bulunduğu yer anlamına gelen ‘Harameyn’ kelimesi, polis kayıtlarına “Hamaney” olarak geçirilecekti.

Oysa “Harameyn” kelimesi ile İran’ın dini lideri Ali Hameney’in soyismi karıştırılmıştı! Belli ki amaç; ‘sehven’ yapılan bu küçük kelime oyunu ile sanıkların “İran ve İslam bağlantısı” kanıtlanmak isteniyordu. Zira o dönem hedeflerden biri de Türkiye-İran ilişkilerini bozmaktı. Bunun farkında olan dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, açık açık MİT’i suçluyordu. ABD gezisi sırasında yaptığı açıklamada, “İran’la ilgili iddiaları Türkiye’nin gizli servisi MİT ortaya atıyor” diyen Özal, bir takım güçlerin Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmeyi amaçladığını belirtiyordu. Özal haksız da sayılmazdı. 4 Şubat 1993 tarihinde İstanbul’da bir basın toplantısı düzenleyen dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, başta Çetin Emeç ve Turan Dursun olmak üzere, bir dizi faili meçhul cinayeti aydınlattıklarını açıklarken ilginç cümleler kuruyordu. Sezgin, Turan Dursun’a ateş edilen otoda ele geçirilen M5 tüfeğinin, Almanya tarafından İran’ın “MOD teşkilatına satıldığının saptandığını” belirtiyordu.

Oysa MOD, yeni bir teşkilat ya da örgüt değildi. Ertesi gün gazetelerin manşetlerini bu yeni ‘örgüt’ süslerken, gerçek bir gün sonra anlaşılacaktı. İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve medyanın “İran’da bir illegal örgüt” olarak tanımladığı MOD’un, aslında İran Savunma Bakanlığı’nın İngilizce baş harflerinden oluşan “Ministry of Defence” olduğu ortaya çıkıyordu…

MUMCU’YU ÖLDÜREN SIR

Uğur Mumcu cinayeti, 1990’lardan sonra NATO’nun yeni konsepti çerçevesinde işlenen zincirleme “faili meçhul” suikastların en stratejik olanıydı. Bu yüzden olsa gerek, iki ayrı Meclis Soruşturma Komisyonu kurulmasına rağmen, cinayet şimdiye kadar aydınlatılamadı. Mumcu’yu ortadan kaldıran güç, bir taşla üç değil, çok sayıda kuş birden vurmuştu. Öncelikle Uğur Mumcu’nun kirli ilişkileri araştırması, devlet içerisine yuvalanmış Derin NATO çetelerinin hoşuna gitmiyordu. Üstelik İslami uyanışı engellemek için de büyük ses getirecek eylemlere ihtiyaç vardı. Dolayısıyla NATO’nun İslam’ı ‘düşman’ ilan ettiği bir dönemde; laik kimliği ile bilinen Uğur Mumcu gibi sivri bir solcu gazeteciyi öldürerek laik kesimi sokağa dökmenin tam zamanıydı! Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’dan katillerin bulunmasını isterken, Ağar’ın sarf ettiği “eşiniz arı kovanına çomak sokmuştu” cümlesi, cinayetin nedenini açıklar gibiydi. Peki, neydi Mumcu’nun arı kovanına soktuğu o çomak?

Uğur Mumcu, daha çok terör konusuna ilgi duyan ve bu yönde ciddi araştırmalarıyla tanınan bir gazeteciydi. Özellikle PKK ve Abdullah Öcalan’ın MİT’le olan gizli ilişkileri hakkında deliller topluyordu. Mumcu’nun cevap aradığı sorular; sınır kapılarında PKK’yı kimler koruyordu? Tırlar dolusu uyuşturucu ve silahlar Türkiye’ye nasıl sokuluyordu? Apo kimdir? Apo’nun öğrencilik yıllarında MİT veya başka bir istihbarat örgütüyle ilişkisi var mıydı? Apo’nun eşi Kesire Öcalan MİT ajanı mıydı? Apo neden Türk vatandaşlığından çıkarılmıyordu? Daha önemlisi, Apo neden öldürülmüyor, neden sığındığı ülkeden istenmiyordu? Suikasta kurban gidinceye kadar bu soruların cevabını arayan Uğur Mumcu’ya göre, PKK lideri Öcalan’ın MİT’le ilişkisi vardı. Ancak bunu belgelemek gerekiyordu. Ankara Eski Emniyet Müdürü Muharrem Bartın, Şenkaya Cezaevi Gardiyanı Abdullah Yetki’nin de bulunduğu bir sohbette, Abdullah Öcalan’ın 1970’lerde yakalandığını, ancak hakkında hiç bir işlem yapılmadığını söyleyince, bu bilgi Mumcu’nun kafasını kurcalamıştı. Acaba Öcalan’ı devlet içerisinde koruyan derin yapı kimdi? Mumcu olayın peşini bırakmıyor, Apo’yu serbest bırakan Sıkıyönetim Savcısı Yüzbaşı Baki Tuğ’un kapısını çalıyordu. Mumcu, 12 Mart 1972’de tutuklanıp serbest bırakılan Apo’nun ‘teşkilat mensubu’ olduğu gerekçesiyle Baki Tuğ tarafından serbest bırakılıp bırakılmadığını Tuğ’a ısrarla soruyor, varsa Baki Tuğ’dan belgesini istiyordu. Öcalan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken 31 Mart günü dağıtılan Şafak Bildirisi nedeniyle, 7 Nisan 1972’de gözaltına alınmıştı. 27 Nisan’da da tutuklandı. Hakkında önce TCK’nın 142, 153, 159, 311 ve 312. maddelerinin uygulanması istenen Öcalan, daha sonra “Şafak Bildirisi dağıttığı yolunda herhangi bir delil bulunmadığı” gerekçesiyle, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasası’nın 16/1 Maddesi uyarınca boykota katılmak eyleminden sadece üç ay hapis cezası aldı ve dosyası da kapatıldı. Öcalan 24 Ekim 1972’de ise tahliye oldu. Baki Tuğ, Mumcu’nun Apo ile ilgili topladığı bilgi ve belgelerin çok önemli olduğunu hatırlatmış, kendisine “dikkatli ol” demişti. Mumcu’nun elindeki PKK Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile ilgili önemli belgelerin olduğunu söyleyen sadece Baki Tuğ değildi. Türk siyasetinin deneyimli isimlerinden İsmet Sezgin de aynı görüşteydi.

Uğur Mumcu

SORUŞTURMA SAVCISININ GİZEMLİ ÖLÜMÜ!

Uğur Mumcu cinayetini soruşturmakla görevlendirilen ilk savcı, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılarından Ülkü Coşkun’du. Ancak dosyanın Ülkü Coşkun’a verilmesinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen, cinayetin aydınlatılmasına yönelik hiçbir olumlu gelişme olmamıştı. Bu nedenle Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, “Cinayetin aydınlatılmasında herhangi bir gelişme olmadığı ve soruşturmanın savsaklandığı” gerekçesiyle, aynı zamanda Kıdemli Binbaşı olan Ülkü Coşkun’u Milli Savunma Bakanlığına şikayet etti… Ne var ki bu şikayetten bir sonuç çıkmayacaktı. Zira Milli Savunma Bakanlığı, soruşturma savcısı Ülkü Coşkun’un kusuru bulunmadığına karar vererek, disiplin cezasına gerek olmadığı sonucuna hükmetti. Ancak Mumcu ailesi, olayın peşini bırakmadı. Milli Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne de dava açtılar. Sonuç yine değişmemişti. Ne var ki 1994 yılının sonlarına gelindiğinde beklenmedik bir şey oldu. Savcı Ülkü Coşkun, DGM yedek hakimliğine atanarak soruşturmadan el çektirildi.

Devlet içinde devlet

Peki, Uğur Mumcu’yu kim öldürmüştü? Aktif gazetecilik yaptığım dönemde bu soruyu pek çok kişiye sormuştum. Mesela isabetli analizleriyle tanınan MİT eski ajanı rahmetli Mahir Kaynak; “Apo’nun MİT’le ilişkisini belgeleyip itibarını düşürmek istediği, ya da Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu ideolojik olarak savrulan kitleyi merkezde toplamak için” cevabını vermişti. Peki, katiller kim? dediğimde ise; “Devlet içerisindeki bir klik olabilir” diyecekti.

‘Kahrolsun şeriat’ yaşasın katiller!

Uğur Mumcu’yu ortadan kaldıran güç, öylesine stratejik bir hamle yapmıştı ki, hem komünizme sempati duyan solu seküler rejim etrafında toplamış, hem de NATO’nun yeni düşmanı ‘radikal İslam’ı’ hedef tahtasına koymayı başarmıştı. Artık Mumcu’nun her ölüm yıldönümünde sokağa dökülen sol kitle, “kahrolsun şeriat, Türkiye laiktir laik kalacak, Türkiye İran olmayacak” gibi sloganları adeta gelenek haline getirmişti… Cinayette devlet içerisindeki derin yapıyı işaret eden bir diğer kişi ise, Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu Başkanı Ersönmez Yarbay’dı. Yarbay’a göre; cinayette kesinlikle iç ya da dış istihbarat örgütlerinin parmağı vardı. Aksi takdirde faillerinin bulunmaması imkânsızdı. Yine Kontrgerilla konusundaki araştırmalarıyla tanınan Talat Turhan ise, Mumcu’nun Kontrgerilla tarafından öldürüldüğünü yüksek sesle dile getirenlerden biriydi.

“Konuştuklarımız basına yansırsa yalanlarım”

Şüphesiz Güldal Mumcu’yu “Soruşturmanın savsaklandığı” kanısına götüren önemli nedenler vardı. Bunlardan biri; suikasttan tam 20 gün sonra evine gelerek bilgisine başvuran DGM savcısı Ülkü Coşkun’un “Üstüme gelmeyin Güldal Hanım, bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözülür” demesi olmuştu. Coşkun; “Bu konuştuklarımız basına yansırsa yalanlarım” demeyi de ihmal etmemişti. Nitekim Ülkü Coşkun dediğini de yapacaktı. Olaydan tam 19 yıl sonra Hürriyet gazetesine bir açıklama yapan Coşkun, “Siyasi irade isterse bu olayı çözer” dediğini kabul etmekle birlikte, “bu işi devlet yapmıştır” ifadesini yalanlıyordu. Ancak bir savcının “devlet isterse bu iş çözülür” demesi bile, aslında olayda nasıl bir bit yeniğinin olduğunun net bir itirafıydı.

MİT’ten not

İddiaya göre Öcalan’ın yargılandığı mahkemeye MİT’ten “mensubumuzdur” damgalı gizli bir not gelmişti. İşte Uğur Mumcu’nun peşine düştüğü evrak da buydu. Mumcu, Apo konusunda sona yaklaşmıştı. Tuğ ise, dosyaya bakacağını, eğer böyle bir bilgi notu varsa belgesini kendisine vereceğini söylüyordu. Ancak Baki Tuğ bu yazıyı ararken Uğur Mumcu çoktan öldürülmüştü…

Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -1Fikriyat Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -2Fikriyat Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? – IVFikriyat

Editör: TE Bilisim